BEYİNİN GİZEMLERİNİ ÇÖZEN BİLİM KADINI

ABD’nin en saygın eğitim kurumlarından Chicago’daki Northwestern Üniversitesi Les Turner ALS Araştırma Laboratuvarı’nın kurucu başkanı olan Dr. Hande Özdinler, dünyada ilk defa beyindeki motor nöronları (sinir hücrelerini) ‘Floresan Yöntemiyle’ izole ederek görmeyi sağlayan çalışmayı gerçekleştirdi. Bu, Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) ve diğer tüm sinir hücre hastalıkları için önemli bir buluş olarak kabul edildi.


Bu çalışma ile hücrelerin hücresel, genetik ve mekanizmasal ölüm nedenleri büyük bir titizlik ve doğruluk payıyla incelenebilecek ve hastalıklarda neden bu hücrelerin öldüğü bulunacak. Buluş Nature Neuroscience’da, Journal of Neuroscience ve Cerebral Cortex dergilerinde yayınlandı ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) tarafından 2,5 milyon dolarlık rekor destekle ödüllendirildi.

Hareketimizi sağlayan beyindeki ve omurilikteki sinir hücrelerini öldürerek felce neden olan ALS hastalığında, beyindeki diğer hücreler benzer oranda zarar görmediği için, hastanın hafızası, düşüncesi, algılaması değişmiyor. 

Beyin motor nöronlarını izole ederek kültür ortamında çalışan ilk bilim insanı olan Dr. Hande Özdinler, çalışmasında şunları yaptı: Beyin motor nöronları hasta olan hayvan modelleri geliştirdi ve  bu nöronları florasan olan ilk motor nöron transgenik modelini yaptı. Beyin her ne kadar kompleks ve karışık olsa da virüsleri kullanarak beyinde diğer nöronları etkilemeden sadece genetik tedaviye ihtiyaç duyan motor nöronlarının genetik yapısını değiştirmenin yolunu. Geliştirdiği florasan motor nöronlar sayesinde yepyeni ilaç keşif yöntemlerini buldu.  

Dr. Özdinler bu birbiri ardına gelen buluşlarından sonra International Innovation Dergisi tarafından 2015 yılında Dünyanın En İyi Buluş Yapan 10 Kadın Bilim Akademisyeninden biri seçildi. Çok prestijli bir ödül olan Harvard Center for Nervous System Repair ödülünü de alan ilk ve tek Türk oldu. 

“Yenilgi yemeğin tuzu biberidir. Bir yenilgi sizin o yaptığınız şeyi ne kadar istediğinizin testidir” diyen Türkiye’nin ilk moleküler biyologlarından biri olan Dr. Hande Özdinler ile ilham veren öyküsünü konuştuk

Hayatınızdan kısaca bahseder misiniz?
Çok mutlu bir çocukluğum oldu. Sevgi ile dolu bir evde büyüdüm annem ve babamın birbirlerine olan aşkları belki bugün masallarda bile yoktur. Zaten babam vefat edince annemin kalbi dayanmadı ve 100 gün sonra annemi de kaybettik.  Kardeşim de daha çok gençken 23 yaşında vefat etti, beyin kanaması geçirdi, birden aniden gitti ve ailemiz korkunç bir hüzüne büründü. Ben o sırada Amerika’da doktora yapıyordum. Kardeşim vefat edince konumu, üniversiteyi her şeyi değiştirdim ve sinir bilimlerine yöneldim. 

20 seneden fazla süredir Amerika’dayız. Babama “Babacım gideceğim doktoramı alıp geleceğim, söz” dediğim yolculuk uzadı da uzadı, doktora, post-doc, şimdi profesörlük derken bir de baktık ki burada kaldık.  Şimdi hele kardeşim, annem ve babam da vefat ettiği için Türkiye benim için çok hüzünlü bir yer oldu. 

Nasıl fark yaratırsınız?
“Nasıl fark yaratayım?” diye düşünmedim hiç.  İçimden geldiği gibi, doğru olduğuna inandığım gibi davranırım. Doğru ve açık sözlüyümdür, babama söz verdiğim üzere her zaman doğruya doğru yanlışa yanlış deme cesaretini gösteririm. Öyle olunca bir de bakmışım ki fark yaratmışım. 

Bilim dünyasında fark yaratmamı ise meraklılığıma ve inatçılığıma borçluyum. Çıkmayan hiç bir deney beni yıldırmaz hatta daha çok meraklandırır,  ille anlayacağım ille bulacağım hiç ucunu bırakmam, bütün ipuçlarını büyük bir titizlikle toplarım sanki Sherlok Holmes gibi çalışırım. Çünkü bilinmeyen bir biyolojiyi çözmeye ve sistemi anlamaya çalışıyoruz.  Laboratuvarda sabahladığım birçok gece olmuştur, eve gitmeyi unuttuğum çok olmuştur. Deney yapmak bambaşka bir şey bir kere bir buluşun heyecanını yaşayan insan, artık normal bir insan olamaz. 


Yenilgilerinizden nasıl dersler çıkarttınız?
Ben hiç bir şeyi yenilgi olarak görmem.  “Yenildim” dediğiniz anda yenilirsiniz, neden kendime yenildin diyeyim ki. Hep kendime “Aferin” derim, “İyi dayandın, çok iyi denedin, bundan da bir ders çıkar. Hadi bakalım yola devam üzülmek yok, topla kendini.” Böyle şeyler söylerim kendime.  

Beni üzen yenilgiler değildir, beni üzen haksızlıklardır. Haksızlıklar karşısında çok sinirlenirim ama yenilgi, yemeğin tuzu biberidir. Bir yenilgi sizin o yaptığınız şeyi ne kadar istediğinizin testidir. Eğer ilk yenilgide geri adim atıyorsanız, çok da istemiyormuşsunuz demektir. 

Yenilgi aslında bir kamçıdır, ikinci raundun başlama gongudur. Ben yenilgilerden aslında biraz da mutluluk duyarım, her istediğini ilk seferde elde eden insan mutsuz ve doyumsuz olur. Yenilmeli insan büyük büyük yenilmeli ve daha büyük başlayabilmeli ki çok büyük başarılara imza atsın. Yenilmekten korkan birisi başarılı olmak nedir hiç bir zaman öğrenemez.

Schopenhauer’un sözü çok hoşuma gider: “Yenil, yine yenil, öyle güzel yenil ki artık yenilmek mümkün olmasın.”  Ben en büyük buluşlarımdan birini bu motto ışığında yaptım. Tam 3 sene boyunca her deneyimde yenildim ama işin ucunu bırakmadım. Dünyada beyin motor nöronlarını kültürleyebilen ilk insan oldum.

Sizin için para nedir?
Babam bana zengin ve varlıklı arasındaki farkı çok küçük yaşta anlattı. Ben hiçbir zaman zengin olmadım, zengin olmak için bir isteğim de olmadı ama her zaman varlıklı olmak isterim.  Şükür ki varlıklı bir hayatım var. Biliyorsunuz varlıklı insan elindeki imkanla en çok fark yaratandır, başkalarına faydası olandır.  Ben çok mütevazi ve gösterişsiz bir hayat sürerim, cebimde bazen hiç para tutmam, hiçbir gereksiz harcama yapmam, ama bazı şeyler vardır ki harcama yaparken fiyatına bile bakmam anında öderim. Örneğin, gitmem gerektiğini düşündüğüm bir konferansın kayıt ücreti,  yayınladığımız yayının halka açık olması için ödenen fark, konferanslara giderken uçak biletleri ve bazı konser biletleri gibi.  
Bir arkadaşım bana demişti k; “Para kadın gibidir onun peşinden koşarsan ve amacın onu elde etmek olursa, senden kaçar. Ama eğer bir amaç belirlersen hayatın için para seninle ortak olmak ister, o gelir seni bulur. Para güzel projeleri sever.”  Şu anda da benim paraya ihtiyaç duyduğum proje ALS ilaç projesi. Bu sene içinde 5 milyon Dolar bulmam gerekiyor, bakalım dediği doğru çıkacak mı ve para beni bulacak mı? 


Kendinize hedef koydunuz mu?
Evet, daha 13 yaşındayken moleküler biyoloji ve genetik okuyacağım diye ilk hedefimi koymuştum ki o zaman Türkiye’de daha moleküler biyoloji eğitimi veren bölüm ve üniversite yoktu. Sonra 15 yaşındayken gen mühendisi olacağım diye bir hedef belirlemiştim.  Bu iki hedefime de ulaştım. Şu anda gen mühendisliği teknikleri kullanarak hastalıklara hayvan modelleri geliştiriyoruz ve ben de Türkiye’nin ilk moleküler biyologlarından biri olarak Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldum. 

Şimdiki hedefim ALS hastalığını bitirmek ve görün bakın ki bitireceğiz, kaçışı yok elimizden.  Her zaman 3 senelik 5 senelik ve 10 senelik planlar yaparım. Hatta şu anda Allah uzun ömür verirse hayatımın planını da yaptım. ALS’ye ilaç bulduktan sonra kendimi resimlerime ve kitap yazmaya vereceğim. Resim sergileri açacağım, kitap imza günleri yapacağım, daha çok çocuk okutacağım ve böyle sakin sessiz ama internet bağlantısı güçlü bir yere yerleşmek istiyorum eşimle. Öyle planlarım var. 

Hayatınızı nasıl dengede tutuyorsunuz?
Ben birçok ipte tek başına yürüyen bir akrobat gibiyim.  Hem anneyim, hem eşim, hem büyük bir laboratuvarım var, birçok farklı projelerimiz var, Türkiye’deki ALS hastalarına özellikle kendimi çok yakın hissediyorum elimden geldiğince onların sorularını cevaplamaya çalışıyorum.

Şimdilerde bir de ressamlığa başladım. Kanvas üstüne ebru tekniği geliştirdim, şimdi bu yeni resim yapma tekniğini OzdinART ismi ile patent altında korumaya aldım. Yakında resim sergileri de açmak istiyorum. Resimlerimi satıp bilime bütçe yaratmaya çalışacağım.  Bunun yanında eskiden şiir yazardım veya yazdıklarımın şiir olduğunu zannederdim. Şimdilerde de kısa hikaye denemelerim var. 

“Aklıma Geliyor İşte” isimli bir kitap üzerinde çalışıyorum. Hayatımda bana anı olmuş anları derlediğim bir kitap.   Birçok dalı olan bir ağaç gibi hissediyorum bazen kendimi ama ağaç bence nasıl dallarımı dengede tutuyorum diye düşünmez sanırım, ağaç olmaya devam eder.  

Sizin için rekabet nedir? Rakiplerinizle nasıl mücadele edersiniz?
Esas yarıştığım kişi kendimim, kendim dışında pek bir rakibim yoktur. Ama böyle bana saldıran beni yok etmeye çalışan, küçük düşürmeye ve etkisiz eleman kılmaya çalışanlar oluyor arada. Onlar için çok üzülüyorum enerjilerini benimle uğraşmaya harcayacaklarına kendilerini iyileştirmeye harcasalar daha iyi olur.  

Benim şimdiye kadar rekabet içine girdiğim birisi sanırım olmadı, ama sürekli bir yarış içindeyim daha hızlı, güzel ve etkili yapma bir önce yaptığımdan daha iyi yapma. Böyle konularda kendimle yarış içindeyim genelde. 

Çocukken kendi kendime satranç oynardım.  Ben beyaz olurdum, karşı taraf da siyah olurdu, ben beyaz olarak planlı bir şekilde oyun kurardım. Siyah da beyazın yarattığı boşlukları doldurur, oyun kurmaz ama hatalar ve açıklar üzerinden anlık oynardı. Böylece kendi kendime satranç oynardım, bazen siyah kazanırdı çok sinirlenirdim.  


Sağlığınıza nasıl dikkat ediyorsunuz?
Maalesef çok dikkat etmiyorum.  Eşimle göl kenarında koşmak, yüzmeye gitmek çok hoşuma gidiyor ama spor yapmaktan hele de böyle kapalı yerlerde makine üzerinde koşmaktan hiç hoşlanmıyorum ve spor salonlarına giden birisi bir türlü olamadım, oysa her ay düzenli üyelik aidatımı ödüyorum..  Çocukken düz duvara tırmanan o küçük cılız kızın şimdiki bana nasıl dönüştüğünü anlamak zor.  Sağlığıma daha çok yediklerime dikkat ederek katkıda bulunuyorum sanırım. 5 seneden beri vejetaryenim ve onun çok büyük faydalarını gördüm yakında Vegan da olmak istiyorum, ama yavaş yavaş bir geçiş olacak sanırım. 

Kaybettiğinizde üstesinden gelmek zorunda olduğunuz en yoğun duygu hangisiydi?
Ben hep sevdiklerimi kaybettim önce kardeşim, babam, annem, Gamze ablam ve iki çocuğumu da doğuramadan kucağıma alamadan kokusunu duyamadan kaybettim.  Bu dünyada bir insanın sevdiğini kaybetmesi kadar korkunç bir duygu yok. Belki o yüzden ALS hastalarına ve onların akrabalarına kendimi çok yakın hissediyorum. Onlar da sevdiklerinin gözlerinin önünde yavaş yavaş hastalandığını görüyorlar ve bir şey yapamıyorlar.  Benim de babam, beyin kanaması geçirdiğinde ben ki beyin ile ilgili çalışıyorum, hiçbir şey yapamadım.   Ama sonra ne yapabileceğimi anladım. Onların aslında ölmediklerini ve hep benimle olduklarını fark ettim ve hayatım değişti. 

Bence bir insan sadece ümidini kaybettiği zaman artık hayatının bir anlamı olmaz, onu kaybetmediği sürece her şeye yeniden başlayabilir.  Ben de içimde daha güzel, herkes için daha güzel, bir hayat yaratma umudunu canlı tutup ölüp ölüp yeniden doğma yetisi geliştirdim.