Sağlıkta Şiddet Haberi Nasıl İşlenmeli?
“Halkın bilgi edinme hakkı var” denilerek şiddeti haklı gösteren, özendiren ya da kışkırtan yayın yapılmaması gerektiğini belirten Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erkan Yüksel, “Toplumsal sorumluluk anlayışı içerisinde hareket edilerek haber vermenin ötesine geçmeden ve haber şiddeti üretmeden haber yapılmalı.” dedi.
Sağlıkta şiddet artarken bu konuda yapılan haberler mercek altına alınıyor. Haberler şiddet olaylarını nasıl etkiliyor? Haber işlenirken nelere dikkat edilmeli?
Medyada şiddet konusuna toplumsal şiddet olgusunu de kapsayacak şekilde bir bütün olarak bakmak gerektiğini belirten Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erkan Yüksel, şunları söyledi: “Günümüzde şiddet, insan olma bilincinin gelişmesiyle paralel bir şekilde artık giderek daha fazla oranda reddedilmekte ve karşı çıkılmakta olan bir tutum, tavır ve davranış şekli. Artık şiddeti yalnızca bir davranış olarak da tanımlamıyoruz. Tavır ve tutumlardaki şiddeti de şiddet olarak tanımlayabiliyoruz. Gazetecilik alanında da medeniyet çizgisi artık barış, demokrasi, insan hakları ve insanlığın evrensel değerlerinden oluşuyor. Bu doğrultuda basın ya da medya etiği alanındaki ilkeler ele alındığında da açıkça şiddet kınanıyor. Örneğin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazetecinin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesinde gazetecinin temel görev ve ilkeleri tanımlanırken 3’üncü maddede “Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz.” deniliyor. Bu madde temel bir değer olarak ele alındığında gazetecinin “halkın bilgi edinme hakkı” kavramı çerçevesinde yaptığı savunuyu da yeniden yorumlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla “halkın bilgi edinme hakkı var” denilerek şiddeti haklı gösteren, özendiren ya da kışkırtan yayın yapılmaması gerekiyor. Sanırım şimdiki sorunlardan biri ise “şiddeti haklı göstermek”, “özendirmek” ya da “kışkırtmak” kavramlarının farklı yorumlarından kaynaklanıyor. Neyin şiddeti haklı gösterdiği, neyin özendirdiği ya da neyin şiddeti kışkırttığına ilişkin yorumlar farklılaşabiliyor. Burada devreye toplumsal şiddet olgusu ve algısı da giriyor. Konuyu bunlardan ayrı düşünmek imkansız. Yine bir başka sorun ise farklı kültür, bilgi ve eğitim seviyelerindeki okuyucuların ya da medya izleyicilerinin bir haberi nasıl algıladığına bağlı olarak da bu kavramların karşılıkları değişebiliyor. Yani bir kişi bir haberi okuduğunda o haberin anlamı farklı olurken bir başka kişi aynı haberi okuduğunda değerlendirmesi ve algılaması farklı olabiliyor. O halde bir haberin nasıl yayımlandığı kadar o haberin nasıl algılandığının da dikkate alınması gerekiyor. Gazetecinin bir başka sorumluluğunun da bu olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla konunun içinden çıkmanın o kadar da kolay olmadığını söylemek lazım.”
Medyada Şiddet Gösterimi Şiddeti Yaygınlaştırmakta mıdır?
Prof. Dr. Yüksel, “Şiddet haberlerinin yayınlanması bu oranı artırıyor mu?” sorunun yanıtının İletişim literatüründe “medyada şiddet gösterimi şiddeti yaygınlaştırmakta mıdır?” şeklinde ele alındığını dile getirdi. Prof. Dr. Yüksel, iletişim literatüründe medya ve şiddet konusunda farklı görüşler olduğunu belirterek şu bilgileri verdi:
“İlk hipotez, “katarsis”; yani “arındırma”. Buna göre televizyonda şiddet izlemek, saldırganlığın başkası tarafından açığa vurulması yoluyla azaltmaktadır. Dolayısıyla kişiler televizyonda şiddet görüntülerini izledikçe, içlerindeki saldırganlık başkası tarafından açığa vurulduğu ya da eyleme getirildiği için bu tür davranışların azaldığı görülmekte. Diğer hipotezlerde ise bu görüşün tam tersi savunulmakta ve televizyonda şiddet seyretmenin gerçekte saldırgan davranışların artmasına öncülük ettiği ileri sürülmekte.
Çocuklar Televizyondaki Kahramanları Rol Modeli Olarak Alıyor
“Taklit” hipotezine göre, insanlar saldırgan davranışları televizyondan öğrenmekte ve daha sonra kendi hayatlarında yeniden saldırgan davranışlar üretmekte. Eş deyişle insanlar televizyonda gördükleri şiddet davranışlarını gerçek yaşamda taklit etmekte ve uygulamakta. Sanırım ilkokul çağındaki çocuklara “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğunda “Polat Alemdar” ya da “Memati olacağım” yanıtını vermelerinin nedeni belki de budur. Çocuklar televizyondaki kahramanları rol modeli olarak almakta ve onlara öykünmekte. Geçmişin Cüneyt Arkın ya da Bruce Lee taklitlerinin yerini günümüzde çoğunlukla bu tür televizyon karakterlerinin aldığı da söylenebilir. Çizgi filmler üzerine yapılan araştırmalar da benzer bulgulara sahip.
Televizyonda Şiddet Gösterimi İnsanların Şiddet Davranışlarını Normal Bir Şeymiş Gibi Algılamasına Neden Oluyor
Diğer görüş ise “engellememe”. Buna göre televizyonun insanların diğerlerine karşı olan saldırganca davranışlarına engel olmasını azaltmaktadır. Dolayısıyla televizyondaki şiddet, diğer insanlarla ilişkide şiddetin kabul edilebilir bir yol olduğu şeklinde genel bir kural öğretebilmektedir. Eş deyişle televizyonda şiddet gösterimi insanların şiddet davranışlarını yaşamın bir parçasıymış gibi ya da normal bir şeymiş gibi algılamalarına ve şiddetin bu şekilde yayılmasına neden olmaktadır. Genel olarak özetlemeye çalıştığım iletişim literatüründe bu konularda yapılmış pek çok çalışmadan söz etmek mümkün.
Şiddet Ve Saldırganlık Arasındaki Karşılıklı İlişki Pozitiftir
Bir de yurt dışından bir araştırma raporundan söz edeyim: Medyada şiddet konusuna ilişkin 1972 yılında ABD Halk Sağlığı Başkanlığı Danışma Komitesi, televizyon ağlarını temsil eden üyelerin de etkisiyle “yumuşatılmış” bir rapor hazırlamış ve daha sonra, aynı raporun “güncelleştirilmiş hali” olarak ifade edilen 1982 yılında Akıl Sağlığı Ulusal Enstitüsü’nün raporu yayımlandı. Bu raporda şöyle deniliyor: “10 ya da daha fazla yıldır süren araştırmadan sonra, araştırma komitelerinin pek çoğu arasındaki görüş birliği, televizyonda şiddetin, programı izleyen çocuk ve gençleri saldırgan davranışlara yönelttiğidir. Bu sonuç laboratuvar deneyleri ve anket çalışmalarına dayanmaktadır. Tabii bütün çocuklar saldırganlaşmaya başlamaz, ancak şiddet ve saldırganlık arasındaki karşılıklı ilişki pozitiftir. Büyüklük olarak televizyonda şiddetin, ölçülen diğer davranışsal değişkenler kadar saldırgan davranışla da kuvvetle karşılıklı ilişkisi vardır.”
Şiddet Haberiyle de Şiddet Üretilmemeli
“Şiddeti vurgulamak” ifadesinin altını çizen Prof. Dr. Yüksel, “Birisi birine şiddet uyguladı” diye haber yapılabileceğini, darp etmek, yaralamak, tehdit etmek ve zarar vermenin bir haber konusu olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Yüksel, “Bunlar gibi “fiziksel şiddet” dışında artık “duygusal şiddet”, “sözel şiddet”, “cinsel şiddet” ya da “ekonomik şiddet” gibi şiddetin farklı türlerinden de söz ediyoruz. Bunların da haber yapıldığını görüyoruz. Hatta kimi zaman sanki şöyle bir algı da hissediliyor: Şiddet varsa haber var, şiddet ne kadar büyükse haber de o kadar büyük. Ancak başta da belirttiğim gibi bu algının sorunlu olduğunu ve şiddet konusunda haber yaparken temel değerlerin “şiddeti haklı göstermemek”, “özendirmemek” ve “kışkırtmamak” olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bunun da kullanılan sözcükler, kurulan cümleler ve gösterilen görüntülerle yakından ilgili olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca günümüzde bu kavramlara yeterince önem verilmediğinden olmalı ki artık medyada şiddet gösteriminin de bir tür şiddet yarattığından ve şiddeti körüklediğinden söz etmek lazım. Yani aynı görüntüyü tekrar tekrar göstererek de bir başka tür şiddet sahnelenmiş oluyor. Bu da şiddet haberiyle üretilen haber şiddeti oluyor.” diye konuştu.
Toplumsal Sorumluluk Anlayışı İçerisinde Hareket Etmeli
Ayrıca basının kriz anına yönelik özel bir duruş sergilemesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Yüksel, “Ben kişisel olarak medyanın her zaman toplumsal sorumluluk anlayışı içerisinde hareket etmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim. Kriz anlarında da yine toplumsal sorumluluk bilinci ile bir değerlendirmede bulunulmalı. “Kriz haberciliği” bizim fakültemizde bir ders olarak okutuluyor. Bu alanda fakültemizde yapılan lisansüstü tezler de söz konusu. Ancak yine genel olarak özetleyecek olursam; öncelikle kriz durumlarında gazeteciliğin temel ilkelerinden uzaklaşılmamasında ve bu ilkelerin belki de yeniden hatırlanmasında yarar görüyorum. Olayın psikolojik baskısı altında muhabir ya da spikerlerin ya da yayın yönetmenlerinin ezilmemesi ve sağduyularını yitirmemeleri de önemli. Duygusal ve önyargılı olmamaya gayret göstermeliler. Bu anlamda kullandıkları dil, anlatım biçimi, sözcük ve cümle yapılarına özen göstermeliler. Söyledikleri sözler kadar kullandıkları jest ve mimiklerin de kamuoyu tarafından değerlendirileceğini bilmeliler. Bu doğrultuda yapılan yayının kamuoyunda nasıl bir algı yaratacağının ve sonuçlarının da düşünülmesinde yarar var. Kamu yararı ve zararının sürekli gözetilmesi gerektiğini düşünüyorum. “Haber vermenin” ya da “bilgi vermenin” ötesine geçilip geçilmediği de ayrıca değerlendirilmeli. Dolayısıyla toplumsal sorumluluk anlayışı içerisinde hareket edilerek haber vermenin ötesine geçmeden ve haber şiddeti de üretmeden haber yapılmalı. Bu tür sorumlu haberler örnek gösterilir ve teşvik edilirse medyada kimi zaman dikkati çeken yanlış tutum ve algıların da değişebileceğini düşünüyorum.” şeklinde konuştu.