Stanford Üniversitesi Genom Teknoloji Merkezi’nde dünyayı tehdit eden sağlık problemleri üzerine araştırmalar yapan Dr. Gözde Durmuş, Türk bilim kadınlarına örnek oluyor.
Hücreleri yerçekimsiz ortamda uçurup birbirinden ayırmayı başaran bilim insanı olarak tanınıyor. Kanser teşhisinde ‘hücreleri uçurma’ fikri üzerine çalışarak, yerçekimi ve manyetik alandan yararlanarak hücreleri yoğunluklarına göre ayırmayı başardı. Kan hücrelerini uçurup kendi yoğunluklarına ayırdı ve kanser türlerini teşhis etmeyi başardı. Bulduğu bu yöntemi küçük bir kan örneğinden kanser teşhisinin yanı sıra antibiyotik direncinde de uygulamayı hedefliyor.
Bakterilerin antibiyotiklere olan dirençlerini 1 saatte tarayabilen bir alet geliştirerek, dünyanın en önemli bilimsel dergilerinden birisi olarak kabul edilen ‘MIT Technology Review’ dergisi tarafından “35 Yaş Altı 35 Yenilikçi” listesinde yer alma başarısı gösterdi.
“Benim için en büyük rekabet kendimle olan rekabettir. Esas derdim kendimledir, sürekli kendimi geliştirmeye çalışırım.” diyen Stanford Üniversitesi Genom Teknoloji Merkezi’nde araştırmalar yapan Dr. Gözde Durmuş ile ilham veren öyküsünü konuştuk.
Hayatınızdan kısaca bahseder misiniz?
İzmir’de doğdum, büyüdüm, üniversiteye kadar da eğitimimi orada aldım. Annem fen bilgisi öğretmeni, babam makina mühendisi. Bir abim var, endüstri mühendisi. Abimle bana, annem çalıştığı için babaannem ve dedem baktı. Üzerimizdeki emekleri çok büyüktür. Dedem, teyzelerim ve halam da öğretmen. Eğitimci ve eğitimin gücüne inanan bir aileden geliyorum. Bilim insani olma, bilimle uğraşma fikrini küçükken ailemin, özellikle de annemin teşvikiyle gelişti. Annem ilk öğretmenim ve en büyük destekçimdir. Vizyonumu ona borçluyum.
Biraz meraklıyım, okumayı, çalışmayı ve yeni şeyler öğrenmeyi ve öğrendiklerimi sorgulamayı hep çok sevmişimdir. Çocukluğumdan beri de biyolojiye çok ilgiliydim. Bu da aslında kuzenimin etkisiydi. Çünkü kendisi Ege Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı. Hafta sonları bizde kaldığında neler öğreniyor, neler yapıyor izlerdim. Ders çalışırken genellikle bana anlatıyordu. Bu yüzden çocukluktan beri biyolojiye ve tıbba ilgim gelişti. Özellikle de genetiğe olan merakım ise ortaokuldayken İnsan Genomu Projesi’nin tamamlanmasıyla daha da pekişti. Fakat üniversitede genetik okumak istememe çoğu öğretmenim çok sıcak bakmadı, geleceğimi çok büyük riske atacağımı söylediler. Çünkü üniversite giriş sınavlarında iyi bir puan almıştım ve herkes tıpa yönelmemi istedi. Ben genetiğe daha yatkın olduğumu düşünüyordum. Bilimle uğraşırsam merakımı çeken sorulara daha hızlı bir şekilde cevap alabileceğimi düşündüm. Kendime koyduğum hedef ve tutkulu olduğum meslek için direndim ve bu riski göze aldım. 2003 yılında ODTU Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde eğitimime başladım. 2. sınıfta bilimsel çalışmalarıma da başlama fırsatım oldu. 2. sınıfta Prof. Vasıf Hasırcı’nın laboratuvarında çalışmaya başlamıştım. O zamanlar kimse lisans öğrencisi kabul etmiyordu. Daha önce hiç laboratuvar tecrübem olmamasına rağmen beni laboratuvarına kabul etti. Sanırım o da beni seçerek kendisi için bir risk aldı. Lisans egitimim boyunca da Biyoteknoloji Araştırma Birimi’nde beyin kanseri ve kontrollü ilaç salım sistemleri üzerine calıştım. Ayrıca, ODTÜ’deki eğitimim sırasında Harvard Tıp Fakültesi’nde doku mühendisliği üzerine araştırmalar yapmak için staja gittim. Bu deneyim, kariyerimde bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Yepyeni bir ülkede, bambaşka bir kültüre kolayca adapte olup, başarılı olup olamayacağıma dair kafamdaki bazı soru işaretlerini silmemde yardımcı oldu.
Sonrasında 2007 yılında Fulbright bursunu kazanarak yükseköğrenimim için Amerika’ya geldim. Harvard Tıp Fakültesi’nde değişik disiplinlerden insanlarla çalıştıktan sonra ilgim mühendisliğin biyolojiyle ilgili uygulamalarına kaydı, yani biyomühendislik dediğimiz alana. Brown Üniversitesi’nde biyomedikal mühendisliği bölümünde doktoramı bitirdim. 2014 yılında da Stanford Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak göreve başladım. Şu anda çalıştığım araştırma merkezi, İnsan Genom Projesi’nin tamamlandığı laboratuvarlardan bir tanesi. Üniversitede genetik bölümünü seçmemde ilham olan bir bilim insanıyla çalışıyor olmak hem çok gurur verici, hem de güzel bir tesadüf oldu. Araştırmalarımı halen Stanford Üniversitesi’nde sürdürmekteyim.
Nasıl fark yaratırsınız?
Bence fark yaratmak için ilk başta başarılı olmayı istemek ve hayal etmek gerekiyor. Hangi aileden, hangi sosyokültürel cevreden, hangi dilden, hangi dinden, hangi ırktan olursak olalım hepimizin ortak bir alanı var: “Özgür düşünce ve hayal etme gücümüz”.
Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Bütün büyük işler, buluşlar bir hayalle başlıyor. Aynı zamanda, zor sorulara farklı bir bakış acısı getirmekle mümkün oluyor. O yüzden çok okur, çok araştırır, iyi gözlem yapar ve öğrendiklerimi sürekli sorgularım. Küçük bir yaşta tutkuyla çalışmak istediğim, ilgimi çeken alanları belirlemiştim. Hedefleri belirledikten sonra da pes etmeden çalışmak gerekiyor. Başarıya giden yol çoğu zaman da bir sürü başarısızlıktan geçiyor. O yüzden, engeller karşısında pes etmemenin, başarıda ısrarcı olmanın asıl farkı yarattığını düşünüyorum.
Ayrıca, fark yaratmak için sizinle benzer hedeflere sahip, başarılı olmak isteyen kişilerle çalışmak, takım arkadaşı olmak ve takım oluşturmak çok önemli. Kariyerimde beni entelektüel olarak zorlayan ortamlara çok girdim. Bu sayede “Bu ortamda başarılı olabilir miyim, emin değilim” gibi korkulardan sıyrılıp, yeni ortamlara daha çabuk ayak uydurabildiğimi ve kendimi daha da çok geliştirme fırsatını elde ettiğimi düşünüyorum.
Yenilgilerinizden nasıl dersler çıkarttınız?
Yenilgiler de aslında başarıya giden yolun bir parçası. Mesele böyle durumlarda tepetaklak düşmemekte, hatalardan ders çıkarıp aynı azim ve heyecanla yola devam etmekte. Zor durumlarda ilk önce neyi başaramadığımı, nerede hata yaptığımı tartar, analiz ederim. Farklı bir bakış acısı getirmeye, önüme çıkan olumsuzlukları kendim için yeni fırsatlara çevirmeye çalışırım.
Sizin için para nedir?
Çok para kazanmak benim için hiçbir zaman amaç olmadı. Benim motivasyonum iyi para kazanmak değil, insanlığa ve memleketime hizmet etmek. Parayı benim ve yaptığım araştırmaların ilerleyebilmesi ve sonuca ulaşabilmesi için sadece bir araç olarak görüyorum, hiçbir zaman amaç olamaz. Mesela ben hem Türkiye’de hem Amerika’da parayla ölçülemeyecek kadar iyi ve değerli bir eğitim aldım. En büyük varlığım eğitimim ve hayal gücüm.
Benim için önemli olan geride iz bırakmak, insanlara yardımcı olmak ve hayatlarına dokunup değer katabilmektir. Bunun da tatminini ve huzurunu maddiyatla ölçebilmek mümkün değil.
Kendinize hedef koydunuz mu?
Kariyer insanı farklı yerlere götürebilir, çok uzun bir maraton. Bu nedenle ilk önce hem kısa hem de uzun vade için hedefler koymak çok önemli. Bahsettiğim gibi ortaokul yıllarımdan beri hedefim bilim insanı olmaktı. Bilime, insanlığa ve memleketime katkısı olan şeyleri üretmeyi amaçladım. Simdi de bilimsel çalışmalarıma devam ederken, benle aynı vizyonu taşıyan, benden çok daha iyi, başarılı ve üretken öğrenciler yetiştirmek istiyorum.
Akademik olarak en büyük hayalim ve hedefim ise, geliştirdiğimiz teknolojilerin laboratuvar ortamından transfer edilerek direk hastalar üzerinde uygulanabilmesi, bir hastanın derdine derman olması. Uzun vadede bir yandan bilimsel çalışmalarıma devam ederken diğer yandan da herkesin ucuz ve kolay bir şekilde bu yeni teknolojilere erişimini sağlayıp, geniş kitlelere sağlık teknolojilerini ulaştırmak istiyorum.
Hedeflerimi aslında Einstein’in su sözü ile özetleyebilirim: “Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.” Başarılı olmak tabi ki bir hedef ama asıl büyük hedefim bir değer katmak. Hem kendi yaşamıma, hem bilime, hem de insanlara. Değerli şeyler yapmaya çabalıyorum.
Uzun vadeli hedefim ise, yıllar boyunca kazandığım pozitif birikimlerimi Türkiye’de bilimin gelişimine katkılar yapabilmek için kullanabilmek. Ülkemizin potansiyeline yürekten inanıyorum. Gençlerimiz için her alanda daha da çok rol modeline ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra Türkiye’de özellikle kadınların yüksek eğitimdeki rolünün arttırılması yönünde çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyorum. Bu konularda katkıda bulunabileceğim imkanlar doğarsa kendi insanıma ve ülkeme faydalı işler yapabilmek en büyük dileğim.
Hayatınızı nasıl dengede tutuyorsunuz?
Dengenin sadece işte değil, hayatın her alanında olması gerektiğine inanıyorum. Çok çalışırken aynı zamanda aktif bir sosyal hayat da gerekli çünkü haftanın 5-6 günü laboratuvardasınız ve bir kovaya ne kadar çok şey koyarsanız o kadar da boşaltmanız gerekiyor, yoksa bir zaman sonra taşar. O yüzden sosyal hayatımda elimden geldiğince aktif olmaya çalışıyorum. Cuma akşamı iş çıkışı ya da cumartesi günleri arkadaşlarımla buluşup, yemek yapıp partiler düzenlemeyi severim.
Onun dışında sanatla da iç içe olmaktan hoşlanıyorum, zaman buldukça tiyatro, opera ve müzikale gidip müzeleri geziyorum. Bir de yeni yerler görmeyi, gezmeyi çok severim. Çok çalıştığım bir dönemden sonra kısa bir ara alıp, hiç görmediğim yerleri gezip görmeyi, doğa ile iç içe olmayı, yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum. Bunların dışında, Türkiye gündemini de yakından takip ediyorum.
Sizin için rekabet nedir? Rakiplerinizle nasıl mücadele edersiniz?
Benim için en büyük rekabet kendimle olan rekabettir. Esas derdim kendimledir, sürekli kendimi geliştirmeye çalışırım. Genç arkadaşlara da başkalarıyla kendilerini karşılaştırmamalarını öneririm. Kendime koyduğum hedeflere bir an önce ulaşmak için bir de zamanla rekabet ediyor gibi hissediyorum. Çünkü zaman çok hızlı ilerliyor, az zamanda çok işler başarmayı hedefliyorum.
Sağlığınıza nasıl dikkat ediyorsunuz?
Günüme genellikle yürüyüş yaparak başlamaya çalışıyorum. Böylelikle karmaşadan ve stresten uzak bir şekilde planlarımı yapıp, olaylara ve sorunlara farklı açılardan bakmak için yeniden enerji toplamış oluyorum. Genelde en güzel fikirlerim bu yürüyüşler sırasında çıkar.
Bir de yediklerime daha dikkat etmeye başladım, bazı besinlerin bana alerji yaptığını ve kan şekerimi ve bünyemi olumsuz yönde etkilediğini fark ettim. Daha sağlıklı ve düzenli beslenmeye özen gösteriyorum.
Kaybetmek kolay gibi anlatılsa da zorlu bir süreçtir. Siz her yenilgiden sonra nasıl kazandınız?
Başarıya giden yolda asla pes etmemek önemlidir. Hiçbir başarı kolay değildir, her başarı hikayesinin arkasında da çoğu zaman anlatılmayan bir sürü hayal kırıklığı vardır. Önemli olan, bireyin kendine güvenmesi, sabretmesi ve motivasyonunu her zaman yüksek tutmasıdır. Başarıya giden yolda kafalardaki “Ben yapamam” gibi limitleri kaldırıp, “Sen yapamazsın” diyenlere de kulak asmamak gerekiyor. Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz.
Kaybettiğinizde üstesinden gelmek zorunda olduğunuz en yoğun duygu hangisiydi?
Böyle durumlarda yasadığım en büyük duygu pişmanlıktır. Elimden gelenin en iyisini yaptım mı, neden daha iyisini yapamadım, hatalarım nedir bir süre kendi içimde sorgularım. Bu analizden sonra, hatalardan da ders alarak motivasyonumu yüksek tutup tekrardan tutkuyla yapmak istediğim hedeflerime odaklanır ve işime devam ederim.