TÜRKİYE’DE BİYOGÜVENLİK YASASI YOK

Ülkemizde yaygın olarak kullanılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların denetlenmesi ve zararları konusunda Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkan Yardımcısı Sezer Toprak, basın açıklamalsında bulundu.

Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkan Yardımcısı Sezer Toprak yaptığı basın açıklamasında Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)’nun açılımı olan ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında bilgi verdi. Toprak, tarım, tıp, gıda gibi birçok alanda kullanıl GDO’lu ürünler hakkında şöyle konuştu: “GDO’lu bitkilerin tarla denemelerine ilk olarak 1985 yılında başlanmış olsa da, üretime geçilmesi 1996 yılını bulmuştur. Halen yapılmakta olan GDO’lu tarımın yüzde 99’u ABD, Kanada, Arjantin ve Çin’de gerçekleştirilmektedir. GDO’lu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve bazı balık türleri gelmektedir. Şu ana kadar, dünyada ekili alanların 67 milyon hektardan fazlasında GDO’lu tarım yapılmaktadır ve her geçen gün yeni tarım alanları eklenmektedir. GDO açlığa çözüm mü? Sorusuna cevap veren başta ABD olmak üzere, GDO’lu tarımın yaygınlaşmasını destekleyen ülkeler, tohum üretimi yapan uluslararası şirketler, transgenik tarımın dünyanın hızla artan nüfusunun açlık problemine çözüm olacağı gerekçesiyle savunuyor.”

Ülkemizde de Durum İç Açıcı Değil
GDO’lu tohumlarla ekimin yaygın yapılması, yasası ve yönetmeliği çıktığı için “Organik Tarımı” da tehdit ettiğine dikkat çeken Toprak, “Türkiye’de şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen biyogüvenlik kanunu yoktur. Bu sebeple GDO tespiti yapılamıyor. Bu durumda, tohumun, toprağın, suyun temiz tutulabilmesi, GDO’lu yaygın ekimden dolayı risk altındadır. Bu şartlarda, gerçek manada organik tarımdan söz etmek ağırlığını kaybetmektedir. Bir test yapılsa o ürünlerin en az yarısı imha edilecek veya organik diye satılamayacak duruma gelebilir İzleme yok, denetleme yok, üstelik bunu yapabilecek beceri ve donanımda insan ve laboratuar da yok” dedi.

Biyogüvenlik Kurulu Oluşturulmalı
“Etkin bir biyogüvenlik kanunu ve biyogüvenlik kurulu bu anlamda bizim de ilk önceliğimiz olmalıdır. Kurullar biyologlar, gıda mühendisleri, ziraat mühendislerinden oluşmalıdır.
Devletin etkin ve yaygın denetim ve izleme görevi birincildir. Bu noktada halen ülkemizde bu testlerin yapılamaması büyük bir risk teşkil etmektedir. Gerek tedarik zinciri, gerekse üretim süreçleri içinde düzenli ve yetkin bir iç denetim, atılması gereken ilk adım olarak görülmektedir” diyen Toprak, ancak en ideal koşullarda görevini yapıyor da olsa devletin denetleyici rolü, bilgili ve ahlaklı üreticiler, seçme hakkı olan ve hakkını arayan tüketicilerle birlikte yetkin araştırmacıların varlığında amacına ulaşacağını belirtti.

GDO’da Phytoestrogen Bileşikleri Azalıyor
“1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır” diyen Toprak, “GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir” dedi.

Toksik Maddeler Toprağa ve Suya Geçiyor
Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahip olduğunu belirten Toprak, “Bu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaların besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir” şeklinde konuştu.

TÜRKİYE’DE BİYOGÜVENLİK YASASI YOK

Ülkemizde yaygın olarak kullanılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların denetlenmesi ve zararları konusunda Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkan Yardımcısı Sezer Toprak, basın açıklamalsında bulundu.

Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkan Yardımcısı Sezer Toprak yaptığı basın açıklamasında Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)’nun açılımı olan ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında bilgi verdi. Toprak, tarım, tıp, gıda gibi birçok alanda kullanıl GDO’lu ürünler hakkında şöyle konuştu: “GDO’lu bitkilerin tarla denemelerine ilk olarak 1985 yılında başlanmış olsa da, üretime geçilmesi 1996 yılını bulmuştur. Halen yapılmakta olan GDO’lu tarımın yüzde 99’u ABD, Kanada, Arjantin ve Çin’de gerçekleştirilmektedir. GDO’lu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve bazı balık türleri gelmektedir. Şu ana kadar, dünyada ekili alanların 67 milyon hektardan fazlasında GDO’lu tarım yapılmaktadır ve her geçen gün yeni tarım alanları eklenmektedir. GDO açlığa çözüm mü? Sorusuna cevap veren başta ABD olmak üzere, GDO’lu tarımın yaygınlaşmasını destekleyen ülkeler, tohum üretimi yapan uluslararası şirketler, transgenik tarımın dünyanın hızla artan nüfusunun açlık problemine çözüm olacağı gerekçesiyle savunuyor.”

Ülkemizde de Durum İç Açıcı Değil
GDO’lu tohumlarla ekimin yaygın yapılması, yasası ve yönetmeliği çıktığı için “Organik Tarımı” da tehdit ettiğine dikkat çeken Toprak, “Türkiye’de şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen biyogüvenlik kanunu yoktur. Bu sebeple GDO tespiti yapılamıyor. Bu durumda, tohumun, toprağın, suyun temiz tutulabilmesi, GDO’lu yaygın ekimden dolayı risk altındadır. Bu şartlarda, gerçek manada organik tarımdan söz etmek ağırlığını kaybetmektedir. Bir test yapılsa o ürünlerin en az yarısı imha edilecek veya organik diye satılamayacak duruma gelebilir İzleme yok, denetleme yok, üstelik bunu yapabilecek beceri ve donanımda insan ve laboratuar da yok” dedi.

Biyogüvenlik Kurulu Oluşturulmalı
“Etkin bir biyogüvenlik kanunu ve biyogüvenlik kurulu bu anlamda bizim de ilk önceliğimiz olmalıdır. Kurullar biyologlar, gıda mühendisleri, ziraat mühendislerinden oluşmalıdır.
Devletin etkin ve yaygın denetim ve izleme görevi birincildir. Bu noktada halen ülkemizde bu testlerin yapılamaması büyük bir risk teşkil etmektedir. Gerek tedarik zinciri, gerekse üretim süreçleri içinde düzenli ve yetkin bir iç denetim, atılması gereken ilk adım olarak görülmektedir” diyen Toprak, ancak en ideal koşullarda görevini yapıyor da olsa devletin denetleyici rolü, bilgili ve ahlaklı üreticiler, seçme hakkı olan ve hakkını arayan tüketicilerle birlikte yetkin araştırmacıların varlığında amacına ulaşacağını belirtti.

GDO’da Phytoestrogen Bileşikleri Azalıyor
“1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır” diyen Toprak, “GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir” dedi.

Toksik Maddeler Toprağa ve Suya Geçiyor
Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahip olduğunu belirten Toprak, “Bu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaların besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir” şeklinde konuştu.