TIBBIN DUAYENLERİ ÜLKÜ AYPAR

Türkiye’de Nöroanestezi alanında öncülük yapan, 158 bilimsel makalesi bulunan, Hacettepe Tıp’ta 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesinin açılmasını sağlayan ve “ameliyathanenin kraliçesi” şeklinde anılan Hacettepe Üniversitesi Anestezi ve Reaminasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ülkü Aypar, mesleğinin 42. yılına kadar yaptığı çalışmaları, eşi Abidin Beye duyduğu aşkı, açık yüreklilikle Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Meslek hayatında 42. yılı tamamlayarak alanında yapılmayanları yapmayı her daim hedefleyen Prof. Dr. Ülkü Aypar, 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesini açılmasını sağlayarak hastanede “ameliyathanenin kraliçesi” diye anılıyor. Ağrı bilim dalında dünyada yapılan tüm uygulamaların Türkiye’de de gerçekleşebilmesi için çalışma arkadaşlarını destekleyen Prof. Dr. Aypar, alanında yazdığı kitapları, eşinin 1,5 yıl süren hastalığında her daim tedavi için umut besleyişini, “Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” projesini ve hedeflerini Sağlık Dergisi’ne anlattı.
Prof. Dr. Aypar: “ 14 Şubat 1946 yılında Konya’da henüz 21 yaşında gencecik bir astsubay olan Kamil Özdoğan ve ev hanımı Melahat’ın ilk çocukları olarak dünyaya geldim. Kız kardeşim Sevgi benden iki sene sonra doğdu. 4 yaşında babamın görevi nedeniyle İzmir’e taşındık ve 2 yıl orada kaldıktan sonra Erzurum’a tayinimiz çıktı. Erzurum’da erkek kardeşim Savaş dünyaya geldi. Okula Erzurum Abdurrahman Gazi İlkokulu’nda başladım. Birinci sınıftayken Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları” şiiri ile elli üç öğrenci arasında şiir okuma yarışması birinci oldum. İlkokul 2. ve 3. sınıfı Sarıkamış’ta, 4. ve 5. sınıfları da Polatlı’da okudum.
Ailemin Verdiği Sınırsız Sevgi ve Özgüven, İçimdeki Başarma Azmini Ve Hırsını Artırdı
Ortaokula Kırıkkale’de başladım. Orta 1 ve 2. sınıflarda sonradan GATA’da general olan Prof. Dr. Derviş Şen ile aynı sıralarda oturduk. İftihar listelerinin değişmez isimleriydik. Bütün okulun önüne çıkarılarak alkışlanmak ve kapıya asılı listede adımın olması bende büyük bir motivasyon yaratmıştır. Ortaokul son sınıfta, 1960 İhtilali’ndan sonra Ankara’ya tayin olduğumuzda Yenimahalle Kız Lisesi’ne başladım. 1964 yılında Edebiyat Kolundan birincilikle mezun oldum. Ailemin verdiği sınırsız sevgi ve özgüvenin yanında içimdeki başarma azmi ve hırsı çok büyüktü. Maddi imkânlarımız üç çocuğun kolejde okumasına yeterli değildi. Biz üç kardeş de normal lisede okuduk ve üçümüz de çok iyi yerlere geldik. Hiçbir zaman kendimize ait bir odamız olmadı, hatta fakülteye giderken bile.
İmkansızlıklara Rağmen Bilgi Yarışmasında Birinci Oldum
Herkes uyuduktan sonra saatlerce çay içip uyumamaya çalışarak lise ve fakülte yıllarını geçirdim. Lisede 16 soru bilgi yarışmasına annemin bana büyük olan ayakkabısının burnuna pamuk koyarak gidip birinci oldum. Yenimahalle’deki iki oda bir salon evimizde her akşam eksik olmayan misafirler gittikten sonra gece sessizlikte ders çalışmam ve her gün üç çeşit yemek eşliğinde akşamları büyük bir sevgi dolu ortamında ailece bir araya gelip her şeyi açıklıkla konuşup paylaştığımız günler unutamam.
Evde Adım “Kahraman”dı
Babam son derece dürüst, çok çalışkan, ailesine çok düşkün, otoriter ama gerçekte çok yufka yürekli; annem becerikli, neşeli, yardımsever, çok zeki ve sosyal bir kadındı. Lise yıllarımda evde kardeşlerimin haklarını çok koruduğum, tutucu olan babamı yeniliklere açmak için mücadele ettiğimden evde adım “Kahraman” idi.
Birinci Sınıfı Tekrarlayınca Fabrika Revirinde Sözleşmeli İşçi Olarak Çalıştım
6 yaşındayken bir trafik kazasında kafa travmasıyla bir kamyon şoförünün ölümünü gördüm. Orada çaresizlikle koşturan insanları unutamamıştım. Doktor olmayı, insanlara yardım etmeyi çok istiyordum. 1964 yılında Ankara Tıp Fakültesi’ne girdim. 2. sınıfta anatomi dersinden dolayı 1 sene beklemek zorunda kalmak hayatımda dönüm noktası oldu. O yıla kadar hep başarılı olduğum için büyük bir şok yaşadım. Toparlanmam uzun sürmedi, bir seneyi iyi değerlendirmek adına Ankara Şeker Fabrikası’nın revirine sözleşmeli işçi olarak girdim. İlk hasta muayenemi, acil müdahaleleri, yara pansumanlarını ve küçük cerrahi girişimlerde asiste etmeyi burada çalışan üç saygıdeğer, daima hürmetle anacağım hekimlerden öğrendim.
Ceyhun Atıf Kansu’dan Çok şey Öğrendim
Büyük bir vatansever, saygın, adil, hümanist ve özellikle Atatürkçü bir hekim olan Ceyhun Atıf Kansu ile bir yıl çalışma fırsatı buldum. Bir hekimin her şeyden önce insani değerlerle dolu olması gerektiğini; empati yapmanın, adil olmanın ve vicdanlı olmanın çok önemli olduğunu bu büyük insandan öğrendim. Saygıyla anıyorum. Orada kazandığım günde 15 Lira yevmiye ile evimize ilk alüminyum tencereyi, kardeşlerime de küçük hediyeleri alıyor, onları hafta sonları sinemaya ve pastaneye götürebiliyordum.
Anesteziyi Bir Sanat Olarak İcra Eden Rol Modellerim Oldu
Ankara Tıp Fakültesi’ni burs alarak 1971 senesinde bitirdim. Aynı yıl Hacettepe’de asistan olan Dr. Aysel Altan’ın önerileri ve teşviki ile Hacettepe Anestezi’de asistan oldum. Anestezi hiç düşünmediğim bir bilim dalı idi. Fakat mecburi hizmeti sonradan yapmak üzere burslu olanları kabul ediyordu. O yıllarda; çok zarif, bilgili, entelektüel, anesteziyi bir sanat olarak icra eden Prof. Dr. Özdemir Demir anabilim dalı başkanıydı. O ve Prof. Dr. Mualla Karamehmetoğlu yardımseverliği ve içtenliği ile bana rol model oldular. Sonraki yıllarda Prof. Dr. Sadi Sun’dan çok etkilendim. Anestezi duayenlerinin en başında gelen Prof. Sadi Sun, bilge, açık sözlü ve çok çalışkan bir hekim olmasının yanında, mesleğimiz için onur savaşı vermiş bir hocamızdı. ,
Eşim Gerçek Bir Beyefendiydi
Eşim Prof. Dr. Abidin Aypar’ı aile tavsiyesi ile 1973 yılında tanıdım ve aynı yıl evlendik. İngiltere’de fizik doktorası yapmış, gerçek bir beyefendi, sabırlı, hoşgörülü, anlayış dolu, çok saygın bir adamdı.
Beni Üzen Olaylar Motive de Eder
1974 yılı sonunda anestezi uzmanı oldum. Öğretim görevlisi teklifi aldığım için bursumun Bakanlıktan Hacettepe’ye nakledilmesi adına Bakanlıkta bizzat Prof. Dr. Demir ve Prof. Dr. Karamehmetoğlu tarafından yapılan çalışmalar olumlu olmayınca burs parasının iki katını (41 bin Lira) ödemek zorunda kaldım. Babamın emekli ikramiyesi ve hocalarımın yardımı ile ödediğim bu para beni en çok üzen olaylardan biridir. Bu olay beni üzerken motive de etti. Büyük bir azimle çalışmaya devam ettim. 1979 yılında doçent olmadan İngiltere’de New Castle Upon Time Hastanesi’ne nöroanestezi ile ilgili tecrübe kazanmak için gittim. Aynı sene rahmetli eşim Abidin ile doçent olduk. 1981 yılında YÖK yasası ile doçent iken “yardımcı doçent” kadrosuna atandım. 1987’de profesör oldum. 1997 yılında, hocam Prof. Dr. Kemal Erdem’in emekli olması ile anabilim dalı başkanlığı görevini devir aldım. 2008-2009 yıllarında daha önce yönetim kurullarında görev aldığım Türk Anestezioloji ve Reanimasyon Derneği’nin başkanlığını yaptım. Halen 2.başkan olarak yönetim kurulunda görevliyim.
Mesleğimde 42. Yıl
Bu yıl anestezide araştırma görevliliğine başlamamın 42. yılı ve ben Hacettepe gibi araştırmaya çok önem veren, yenilikçi bir üniversitede akademisyen olmanın haklı onurunu yaşıyorum. Asistan olduğum ilk günden itibaren verilen her görevi hiç üşenmeden büyük bir şevk ve hevesle yaptım. Seminer ve makale saatlerinin hep gönüllü anlatıcısı oldum. İngilizcemi dersler alarak ve British Council’in kurslarına giderek geliştirdim. İhtiyacımız olan yayınları 15-20 günü bekleyerek sağladığımız o yıllarda bilim dalının pek çok araştırmasına öncülük ettim. Saatlerce daktilo ile yazılan makalelerimiz düzeltilirken her hocadan bir şeyler öğrenmeye özen gösterdim.
36 Saatlik Otobüs Seyahatleri ile Yurt Dışındaki Kongrelere Katılırdım
Çalışmalarımızı saatlerce süren yolculuklarla kongrelere götürüp polisevleri, öğretmenevleri ve karayollarının misafirhanelerinde kalarak sundum. İlk yurtdışı sunumumu 1986 yılında, 36 saat aralıksız otobüs seyahatleri ile Viyana’daki Avrupa Anestezi Kongresi’nde sundum. Bu ilk yurtdışı sunumu beni çok motive etti; arkadan İngiltere, Mısır, Ürdün’de tebliğler sunup oturum başkanlıkları yaptım. Gittiğim her kongrede, katıldığım her bilimsel toplantıda kendimi geliştirmek için inanılmaz bir azimle bütün konuları takip ediyordum. Döndükten sonra yenilikleri akademisyen arkadaşlarımla paylaşıp, bizim de pek çok şey yaptığımızı ifade ediyordum. Tunus’taki bir kongreye sponsor bulamadığım için katılamadım ve oturum başkanlığı ile konuşmamı yapamadım. Bu beni çok üzmüştü.
Başarıda İşbirliği ve Paylaşım Çok Önemli
Her yıl yapılan geleneksel kongremiz olan TARK’a 1974’ten beri iki sene hariç düzenli katıldım ve panellerde, simpozyum ve tartışmalarda görev aldım. Bunları büyük bir zevk ve her seferinde yeni bir heyecanla yaptım. Çoğu zaman iki takım slayt ve makine ile gittiğimi hatırlıyorum. Yurtdışı kongrelerde Hacettepe ve Anestezi Camiasını Atatürkçü bir Türk kadını ve hekimi olarak temsil ettim. 2000 yılında Kanada’da Dünya Kongresi’nde ve 2004’te Paris’te Avrupa Anestezi Kongresi’nde oturum başkanlığını gururla yaptım. Bütün akademik çalışmalarımızda ekip çalışması, işbirliği ve paylaşımın çok önemli olduğunu vurguladım.
158 Makale, 408 Citation ,250 Civarında Yurtiçi ve Dışı Bildiri ve 3 Kitap
Azmim, emeğim, hevesim, yeni bir şeyler öğretme ve öğrenme merakım hiç azalmadan hep devam ediyor; ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış 158 makale (SCI’ya giren 91 makale), 408 citation ve 250 civarında yurtiçi ve dışı bildiri ile anestezi bilim dalına katkıda bulunduğumu düşünüyorum. 41 yıllık anestezi hayatım boyunca bir “Diş hekimliği ve Anestezi”, “Yoğun bakım sırları” ve tercüme ettiğim bir “Nöroanestezi” olmak üzere 3 kitabım var.
30 Senedir Açılamayan Yoğun Bakım Ünitesini Açtık
“Alanımızla ilgili çok büyük çalışmalar yaptım” gibi bir ifadeyi iddialı buluyorum. Anabilim dalı ile ilgili yaptığım çalışmalar arasında; 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesini açtık. Ağrı bilim dalımızda dünyada yapılan tüm uygulamaların yapılabilmesi, ana bilim dalımızdan 1997’den itibaren 7 profesör ve 11 doçentin yetişmesi, araştırma görevlilerine tanınan araştırma destekleri ile huzur dolu özgür, demokratik ve hiyerarşik bir ortamda paylaşımcı, şeffaf, atılımcı bir ekip çalışması yaratmak olduğunu söyleyebilirim. Bu anlamda ana bilim dalımın tüm öğretim üyeleri ve asistanlarına teşekkürü bir borç bilirim. Eşimin 1,5 yıl süren hastalığında bir aile gibi her şeyi paylaştık. Ben onların desteği ve hizmetiyle bu uzun süreci göğüsleyebildim.
İçimde Devamlı Kıpırdayan Bir Başarma Dürtüsü Var
Yöneticilerden kendi öykülerini anlatmaları istendiğinde akademik başarılarımızdan, kendi özgeçmişlerimizden veya edindiğimiz tecrübelerden bahsederiz. İş yaşamım eğer başarılı bulunuyorsa; çok çalışmak, kendini doğru değerlendirmek, güçlü ve zayıf yanlarını bilmek, devamlı özeleştiri yapmak, deneyimlerden ders almak, yeniliklere açık olmak, kendi çıkarlarından çok kurumun geleceği için uğraşmak, gerçekçi olamayan hedefler koymamak, hoşgörülü ve sabırlı olmak başta gelen öğelerdir diyebilirim. İçimde devamlı kıpırdayan bir başarma dürtüsü 6-7 yaşlarımdayken bile vardı.
Başarılı Olmada Empatinin, Hele ki Bir Hekimseniz Önemi Yadsınamaz
Duygusal olduğum ve bunun bir dezavantaj olduğu hep söylenmiştir. Oysa inanılırlık ve güvenilirliğin IQ’dan çok EQ ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Başarma dürtüsü ve azim ile çalışırken kendi enerjimin farkında olmam, açık olmam, çıkar çatışmalarına girmeden başkalarıyla iyi geçinebilmem; içtenlik, esneklik ve güvenilir ilişkiler yarattı. Başkalarının hislerini tanımada, vicdanlı olmada, ön yargıyı kaldırarak adil olmamda ve sosyal becerilerimde başarılı olmamda; kendimi iyi tanımamın, sınırlarımı bilmemin ve inançlarımın çok güçlü oluşunun katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Başarılı olmada empatinin, hele ki bir hekimseniz; sosyal bir radar olarak başkalarının ne hissettiğini onlar söylemeden söylemek, onları sezmek ve buna karşılık vermekte rolü büyüktür. Kişinin kendine saygısı ve özgüveni varsa, güçlüklerden yılmıyor, her seferinde kendinde yeniden deneme azmini buluyor, şevki kırılmıyorsa ve kendini geliştirmeye açık ise başarısız olması bence mümkün değil. İşimde zevk almaksızın sırf hayatımı kazanmak için çalışmadım.
Gücün ve Güvenin İnsanın İçinde Olduğunu Düşünüyorum
Her gün aynı heves ve istekle, hasta olduğum zamanlarda bile azim duyarak işime gitmeye çalıştım. Sorumluluk duygum babamdan geçmiş, çok büyük… Bazen kendimi bir öğrenci, bir asistan gibi heyecanlı hissediyorum. Gücün ve güvenin insanın içinde olduğunu düşünüyorum. Yapabileceğine, başarabileceğine inanmak, gelecek için ümitli olmak, bir kapı kapandığında başka bir kapının açılacağına inanmak gerekiyor.
“Her Bilgi İçinde Eylem Yoksa Boşuna, Her Eylem İçinde Sevgi Yoksa Boşuna”
Ünlü filozof Halil Cibran’ın çok sevdiğim bir deyişi var: “Her bilgi içinde eylem yoksa boşuna, her eylem içinde sevgi yoksa boşuna”… Sevgisiz bir hayat düşünemiyorum. Başarılı olmada sevgi dolu olmanın, insanları yargılamadan, kategorize etmeden, hoşgörü ile yaklaşarak sevmenin çok önemli olduğunu gördüm.
Her Zaman Eşim Abidin’den Hoşgörü ve Anlayış Gördüm, Beni Her Daim Destekledi
Başarılı olmak için aileme hep daha az süre ayırdığımı ama şanslı olduğumu zira annemin ve babamın özellikle akademisyenliğin ilk on yılında eşim ve çocuklarıma benim tam veremediğim desteği ve zamanı verdiklerini düşünüyorum. Fedakârlık ettiğim şeyler; daha çok para kazanmak, aileme daha çok zaman ayırmak, uykularım, zaman zaman da yaz tatilleridir. Her zaman eşim Abidin’den hoşgörü ve anlayış görerek, olağanüstü sabırla saatlerce benim hastaneden çıkmamı otoparkta beklemesinden, hiç yakınmadan sevgi ile yaklaşımından büyük destek alarak çalıştım. Her sorunumu ve mutluluğumu onunla paylaştım. İşim ile ailem arasında yıllar sonra bir denge oluşturdum. Şimdi genellikle hafta sonlarını ailemle evde geçiriyorum. Beraber sinemaya ve yemeğe gidiyoruz, alışveriş yapıyoruz, satranç oynuyoruz. Ayda 2-3 kitap alıyorum, bunlar genellikle best-seller kitaplar oluyor. Seyahat etmeyi de çok seviyorum.
Genç Hekimler, Zorluklar Sizi Yıldırmasın, Etik Olun
Hayatı planlamak için öneriler hep verilir ama geleceği ve hayatı planlamak her zaman elimizde değil diye düşünüyorum. Programsızlığı önermiyorum ama mutlu olmak için küçük ve kısa vadeli projelerin yapılması gerektiğine inanıyorum. Farkındalıkla yaşamak, özsaygıyı hiç yitirmemek, etik değerlere bağlı kalarak fırsatları iyi değerlendirmek, zaman zaman da riskleri göze almak; geleceğe daha güvenli yaklaştırıyor insanı. Genç hekimlere önerim; zorluklar sizi yıldırmasın, etik olun, temel ahlak ilkelerinden ödün vermeyin, aileniz ve meslektaşlarınıza önem verin, vatanınızı sevin, Atatürk ilkelerinin ışığından ve rehberliğinden ayrılmayın. Mesleğinizin içine politikayı asla sokmayın.
“Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” Projesini Yapmak İstiyorum
Bir akademisyenin sosyal projelerde yer almasının gerekli olduğunu, günümüz şartlarında bu projelere duyarsız kalmamak gerektiğini düşünüyorum. Kadın farkındalığı ile ilgili bir sosyal bir proje yapmak istiyorum. Kadınların, kendi hayatları üzerinde daha fazla söz sahibi olmak ve kendi seçimleriyle yaşamayı başarabilmeleri için çaba sarf etmeleri gerekiyor. Kadınları güçlendirmek ve onların özsaygı ile güvenlerini artırmak, farkındalıkla yaşamlarını sağlamak için bütün “Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” projesini yapmak isterim.
Türk Sanat Müziği ve Araba Kullanmak, İçimde Kaldı
Hayalini kurup yapamadığım iki şey var hayatımda. Sevgili eşim Abidin de çok destek oldu fakat maalesef yapamadım. Lise yıllarında haftada bir gün evde masaya çıkarak kardeşlerime Türk sanat müziği konserleri verirdim. Sabırla dinler, beni teşvik ederlerdi. Türk Sanat müziğinden pek çok şarkının sözlerini ezbere bilirim. Tıp Fakültesindeyken Mediko-sosyal Merkezde Turhan Toper’den aldığım Türk Sanat müziği derslerini sonra daha da geliştirmek, bir radyo veya sahne sanatçısı olmak Dr. Alaaddin Yavaşça veya Dr. Nevzat Atlığ gibi çok isteyip de yapamadığım şeylerden biridir. İkincisi de araba kullanabilmek. Gençken kendimi, sevgilim yanımda araba kullanıp tatillere giderken hayal ederdim. Babam mükemmeliyetçi bir insandı, araba kullanmadaki ilk dersimde beni yeteneksizlikle suçlayarak korkutmuştu. Bu korkuyu sevgili eşim Abidin de gideremedi.
Eşim, Kızlarım ve Cem Yılmaz …
Hayatımda mutlu olarak hatırladığım anılara daha çok yer veriyorum. Unutamadığım anılarımdan, 1979 yılında sevgili eşim Abidin’in doçentlik cübbesini giydiği gün, çok gurur duyduğum bir gündü. Biz İngiltere’de 1979’da 3 ay birlikte geceleri birbirimizin tezlerine yardımcı olmuş, birlikte çok uykusuz geceler geçirmiştik. Başka bir anım da TARD başkanıyken hayran olduğum Cem Yılmaz’ın kongreye davetimi kırmayarak gelmesidir. Bunu sağlayan sevgili dostum Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’ya derin teşekkürlerimi sunuyorum. Diğer unutamadığım bir anım da pediatrik kardiyolog kızım Ebru Aypar’ın doçent olduğu gün hocalarından duyduğum bir anneyi en mutlu eden övgü dolu sözlerdi.
Güne Pozitif Başlamak ve Gülmek Önemli
Beni ben yapan özelliklerin sevecenlik, dostluk, samimiyet, açık yüreklilik, dobralık, vefalılık, dürüstlük, çalışkanlık ve yardımseverlik olduğunu çevremden duyuyorum. Heyecanlı, aceleci, hayal gücü geniş, altın hissi kuvvetli ve sorunları kısa sürede çözen pratik bir yönüm de var. Sağlığıma çok dikkat ettiğimi söyleyemeyeceğim. Sağlıklı beslenmeye, fast food’dan kaçınmaya, arada yürüme bandında bir saatlik yürüyüş yapamaya özen gösteriyorum. Gün içinde duygusal her olayda ağlayabilirim. Mizaha çok önem verdiğimden fıkra anlatmayı ve dinlemeyi çok seviyorum. Güne pozitif başlamayı ve gülmeyi önemli buluyorum.
“Birbirinizi Sevin, Ekmeğinizi Bölüşün Ama Aynı Lokmayı Dişlemeye Kalkmayın” H. Cibran
Eşim Abidin’i 2007 yılında geçirdiği anevrizma kanaması sonucu 534 günlük bir yoğun bakım süreci sonrasında 28 Nisan 2009’da kaybettim. 36 yıllık eşim idi. Zıtlıkların birbirini çektiği, hayatın zıtlıkların ritmi olduğu düşünülürse biz öyleydik. Danışmanım ve akıl hocamdı. Benim özgür, içimdeki çocuğu hiç öldürmeyen, coşkulu, hayal gücü geniş, sevgi dolu dünyama dinginlik huzur ve sadelik getirdi. Bence uzun süreli evlilikler için önerilerin en önemlileri; sevgiden ziyade saygı kriterlerine dikkat edilmesidir. Karşıdakini değiştirmeye çalışmadan, zaman zaman “ben” genelde de “biz” olabilmek, kişiyi kendi mikro hakimiyet alanlarında özgür bırakmak, baskı ve otorite kurmaya çalışmamak, hoşgörü, anlayış ve sabrı da hiç elden bırakmamak. Burada ünlü filozof Halil Cibran’ın evlilik için söylediği gibi “Birbirinizi sevin, ekmeğinizi bölüşün ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın. Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın. Hep yan yana olun ama birbirine fazla sokulmayın çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.”
Çocuklarım Benim En İyi Arkadaşım
İki kızımız var. Büyük kızım Doç. Dr. Ebru Aypar, Hacettepe İngilizce Tıp mezunu ve aynı fakülteden pediatrik kardiyoloji alanında ihtisaslı. Ablasından on yaş küçük ikinci kızımız Arzu Aypar, Bilkent İşletme mezunu ve Bilkent Otelde çalışıyor. Özellikle eşim Abidin, annem ve babamın çocuklarımın etik değerler, dürüstlük, büyüklere saygı ve vefa, içtenlik, çalışkanlık ve sosyal becerilerle yetişmelerinde çok katkıları oldu. Çocuklarımı çok seviyor ve onlara güveniyorum. İkisi de benim çok iyi arkadaşım.

Osho, Irvin Yalom ve Halil Cibran Kitaplarını Tavsiye Ederim
İş hayatımdaki günlük stresi azaltmak için fazla bir şey yaptığımı söyleyemeyeceğim. Bazı akşamlar alışveriş merkezlerini gezmeyi, eve gidince müzik dinlemeyi ve film izlemeyi, arada sırada departmandaki yürüme bandında yürümeyi ve zihnimi boşaltmak için bilgisayar oyunlarını seviyorum. Film, kitap ve müzikte benim için vazgeçilmez olan ve hayatımda iz bırakanlar var tabi. Kitaplar arasında ünlü filozof Osho’nun tüm serisi, Irvin Yalom ve Halil Cibran’ın tüm kitapları, fıkra ve şiir antolojileri, tabi ki Özdemir Asaf şiirleri ve Murathan Mungan şiir ve kitapları… Türk sanat müziğini ve Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak’ı çok seviyorum. Bilimkurgu, macera ve duygusal filmleri de severek izliyorum.

TIBBIN DUAYENLERİ ÜLKÜ AYPAR

Türkiye’de Nöroanestezi alanında öncülük yapan, 158 bilimsel makalesi bulunan, Hacettepe Tıp’ta 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesinin açılmasını sağlayan ve “ameliyathanenin kraliçesi” şeklinde anılan Hacettepe Üniversitesi Anestezi ve Reaminasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ülkü Aypar, mesleğinin 42. yılına kadar yaptığı çalışmaları, eşi Abidin Beye duyduğu aşkı, açık yüreklilikle Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Meslek hayatında 42. yılı tamamlayarak alanında yapılmayanları yapmayı her daim hedefleyen Prof. Dr. Ülkü Aypar, 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesini açılmasını sağlayarak hastanede “ameliyathanenin kraliçesi” diye anılıyor. Ağrı bilim dalında dünyada yapılan tüm uygulamaların Türkiye’de de gerçekleşebilmesi için çalışma arkadaşlarını destekleyen Prof. Dr. Aypar, alanında yazdığı kitapları, eşinin 1,5 yıl süren hastalığında her daim tedavi için umut besleyişini, “Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” projesini ve hedeflerini Sağlık Dergisi’ne anlattı.
Prof. Dr. Aypar: “ 14 Şubat 1946 yılında Konya’da henüz 21 yaşında gencecik bir astsubay olan Kamil Özdoğan ve ev hanımı Melahat’ın ilk çocukları olarak dünyaya geldim. Kız kardeşim Sevgi benden iki sene sonra doğdu. 4 yaşında babamın görevi nedeniyle İzmir’e taşındık ve 2 yıl orada kaldıktan sonra Erzurum’a tayinimiz çıktı. Erzurum’da erkek kardeşim Savaş dünyaya geldi. Okula Erzurum Abdurrahman Gazi İlkokulu’nda başladım. Birinci sınıftayken Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları” şiiri ile elli üç öğrenci arasında şiir okuma yarışması birinci oldum. İlkokul 2. ve 3. sınıfı Sarıkamış’ta, 4. ve 5. sınıfları da Polatlı’da okudum.
Ailemin Verdiği Sınırsız Sevgi ve Özgüven, İçimdeki Başarma Azmini Ve Hırsını Artırdı
Ortaokula Kırıkkale’de başladım. Orta 1 ve 2. sınıflarda sonradan GATA’da general olan Prof. Dr. Derviş Şen ile aynı sıralarda oturduk. İftihar listelerinin değişmez isimleriydik. Bütün okulun önüne çıkarılarak alkışlanmak ve kapıya asılı listede adımın olması bende büyük bir motivasyon yaratmıştır. Ortaokul son sınıfta, 1960 İhtilali’ndan sonra Ankara’ya tayin olduğumuzda Yenimahalle Kız Lisesi’ne başladım. 1964 yılında Edebiyat Kolundan birincilikle mezun oldum. Ailemin verdiği sınırsız sevgi ve özgüvenin yanında içimdeki başarma azmi ve hırsı çok büyüktü. Maddi imkânlarımız üç çocuğun kolejde okumasına yeterli değildi. Biz üç kardeş de normal lisede okuduk ve üçümüz de çok iyi yerlere geldik. Hiçbir zaman kendimize ait bir odamız olmadı, hatta fakülteye giderken bile.
İmkansızlıklara Rağmen Bilgi Yarışmasında Birinci Oldum
Herkes uyuduktan sonra saatlerce çay içip uyumamaya çalışarak lise ve fakülte yıllarını geçirdim. Lisede 16 soru bilgi yarışmasına annemin bana büyük olan ayakkabısının burnuna pamuk koyarak gidip birinci oldum. Yenimahalle’deki iki oda bir salon evimizde her akşam eksik olmayan misafirler gittikten sonra gece sessizlikte ders çalışmam ve her gün üç çeşit yemek eşliğinde akşamları büyük bir sevgi dolu ortamında ailece bir araya gelip her şeyi açıklıkla konuşup paylaştığımız günler unutamam.
Evde Adım “Kahraman”dı
Babam son derece dürüst, çok çalışkan, ailesine çok düşkün, otoriter ama gerçekte çok yufka yürekli; annem becerikli, neşeli, yardımsever, çok zeki ve sosyal bir kadındı. Lise yıllarımda evde kardeşlerimin haklarını çok koruduğum, tutucu olan babamı yeniliklere açmak için mücadele ettiğimden evde adım “Kahraman” idi.
Birinci Sınıfı Tekrarlayınca Fabrika Revirinde Sözleşmeli İşçi Olarak Çalıştım
6 yaşındayken bir trafik kazasında kafa travmasıyla bir kamyon şoförünün ölümünü gördüm. Orada çaresizlikle koşturan insanları unutamamıştım. Doktor olmayı, insanlara yardım etmeyi çok istiyordum. 1964 yılında Ankara Tıp Fakültesi’ne girdim. 2. sınıfta anatomi dersinden dolayı 1 sene beklemek zorunda kalmak hayatımda dönüm noktası oldu. O yıla kadar hep başarılı olduğum için büyük bir şok yaşadım. Toparlanmam uzun sürmedi, bir seneyi iyi değerlendirmek adına Ankara Şeker Fabrikası’nın revirine sözleşmeli işçi olarak girdim. İlk hasta muayenemi, acil müdahaleleri, yara pansumanlarını ve küçük cerrahi girişimlerde asiste etmeyi burada çalışan üç saygıdeğer, daima hürmetle anacağım hekimlerden öğrendim.
Ceyhun Atıf Kansu’dan Çok şey Öğrendim
Büyük bir vatansever, saygın, adil, hümanist ve özellikle Atatürkçü bir hekim olan Ceyhun Atıf Kansu ile bir yıl çalışma fırsatı buldum. Bir hekimin her şeyden önce insani değerlerle dolu olması gerektiğini; empati yapmanın, adil olmanın ve vicdanlı olmanın çok önemli olduğunu bu büyük insandan öğrendim. Saygıyla anıyorum. Orada kazandığım günde 15 Lira yevmiye ile evimize ilk alüminyum tencereyi, kardeşlerime de küçük hediyeleri alıyor, onları hafta sonları sinemaya ve pastaneye götürebiliyordum.
Anesteziyi Bir Sanat Olarak İcra Eden Rol Modellerim Oldu
Ankara Tıp Fakültesi’ni burs alarak 1971 senesinde bitirdim. Aynı yıl Hacettepe’de asistan olan Dr. Aysel Altan’ın önerileri ve teşviki ile Hacettepe Anestezi’de asistan oldum. Anestezi hiç düşünmediğim bir bilim dalı idi. Fakat mecburi hizmeti sonradan yapmak üzere burslu olanları kabul ediyordu. O yıllarda; çok zarif, bilgili, entelektüel, anesteziyi bir sanat olarak icra eden Prof. Dr. Özdemir Demir anabilim dalı başkanıydı. O ve Prof. Dr. Mualla Karamehmetoğlu yardımseverliği ve içtenliği ile bana rol model oldular. Sonraki yıllarda Prof. Dr. Sadi Sun’dan çok etkilendim. Anestezi duayenlerinin en başında gelen Prof. Sadi Sun, bilge, açık sözlü ve çok çalışkan bir hekim olmasının yanında, mesleğimiz için onur savaşı vermiş bir hocamızdı. ,
Eşim Gerçek Bir Beyefendiydi
Eşim Prof. Dr. Abidin Aypar’ı aile tavsiyesi ile 1973 yılında tanıdım ve aynı yıl evlendik. İngiltere’de fizik doktorası yapmış, gerçek bir beyefendi, sabırlı, hoşgörülü, anlayış dolu, çok saygın bir adamdı.
Beni Üzen Olaylar Motive de Eder
1974 yılı sonunda anestezi uzmanı oldum. Öğretim görevlisi teklifi aldığım için bursumun Bakanlıktan Hacettepe’ye nakledilmesi adına Bakanlıkta bizzat Prof. Dr. Demir ve Prof. Dr. Karamehmetoğlu tarafından yapılan çalışmalar olumlu olmayınca burs parasının iki katını (41 bin Lira) ödemek zorunda kaldım. Babamın emekli ikramiyesi ve hocalarımın yardımı ile ödediğim bu para beni en çok üzen olaylardan biridir. Bu olay beni üzerken motive de etti. Büyük bir azimle çalışmaya devam ettim. 1979 yılında doçent olmadan İngiltere’de New Castle Upon Time Hastanesi’ne nöroanestezi ile ilgili tecrübe kazanmak için gittim. Aynı sene rahmetli eşim Abidin ile doçent olduk. 1981 yılında YÖK yasası ile doçent iken “yardımcı doçent” kadrosuna atandım. 1987’de profesör oldum. 1997 yılında, hocam Prof. Dr. Kemal Erdem’in emekli olması ile anabilim dalı başkanlığı görevini devir aldım. 2008-2009 yıllarında daha önce yönetim kurullarında görev aldığım Türk Anestezioloji ve Reanimasyon Derneği’nin başkanlığını yaptım. Halen 2.başkan olarak yönetim kurulunda görevliyim.
Mesleğimde 42. Yıl
Bu yıl anestezide araştırma görevliliğine başlamamın 42. yılı ve ben Hacettepe gibi araştırmaya çok önem veren, yenilikçi bir üniversitede akademisyen olmanın haklı onurunu yaşıyorum. Asistan olduğum ilk günden itibaren verilen her görevi hiç üşenmeden büyük bir şevk ve hevesle yaptım. Seminer ve makale saatlerinin hep gönüllü anlatıcısı oldum. İngilizcemi dersler alarak ve British Council’in kurslarına giderek geliştirdim. İhtiyacımız olan yayınları 15-20 günü bekleyerek sağladığımız o yıllarda bilim dalının pek çok araştırmasına öncülük ettim. Saatlerce daktilo ile yazılan makalelerimiz düzeltilirken her hocadan bir şeyler öğrenmeye özen gösterdim.
36 Saatlik Otobüs Seyahatleri ile Yurt Dışındaki Kongrelere Katılırdım
Çalışmalarımızı saatlerce süren yolculuklarla kongrelere götürüp polisevleri, öğretmenevleri ve karayollarının misafirhanelerinde kalarak sundum. İlk yurtdışı sunumumu 1986 yılında, 36 saat aralıksız otobüs seyahatleri ile Viyana’daki Avrupa Anestezi Kongresi’nde sundum. Bu ilk yurtdışı sunumu beni çok motive etti; arkadan İngiltere, Mısır, Ürdün’de tebliğler sunup oturum başkanlıkları yaptım. Gittiğim her kongrede, katıldığım her bilimsel toplantıda kendimi geliştirmek için inanılmaz bir azimle bütün konuları takip ediyordum. Döndükten sonra yenilikleri akademisyen arkadaşlarımla paylaşıp, bizim de pek çok şey yaptığımızı ifade ediyordum. Tunus’taki bir kongreye sponsor bulamadığım için katılamadım ve oturum başkanlığı ile konuşmamı yapamadım. Bu beni çok üzmüştü.
Başarıda İşbirliği ve Paylaşım Çok Önemli
Her yıl yapılan geleneksel kongremiz olan TARK’a 1974’ten beri iki sene hariç düzenli katıldım ve panellerde, simpozyum ve tartışmalarda görev aldım. Bunları büyük bir zevk ve her seferinde yeni bir heyecanla yaptım. Çoğu zaman iki takım slayt ve makine ile gittiğimi hatırlıyorum. Yurtdışı kongrelerde Hacettepe ve Anestezi Camiasını Atatürkçü bir Türk kadını ve hekimi olarak temsil ettim. 2000 yılında Kanada’da Dünya Kongresi’nde ve 2004’te Paris’te Avrupa Anestezi Kongresi’nde oturum başkanlığını gururla yaptım. Bütün akademik çalışmalarımızda ekip çalışması, işbirliği ve paylaşımın çok önemli olduğunu vurguladım.
158 Makale, 408 Citation ,250 Civarında Yurtiçi ve Dışı Bildiri ve 3 Kitap
Azmim, emeğim, hevesim, yeni bir şeyler öğretme ve öğrenme merakım hiç azalmadan hep devam ediyor; ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış 158 makale (SCI’ya giren 91 makale), 408 citation ve 250 civarında yurtiçi ve dışı bildiri ile anestezi bilim dalına katkıda bulunduğumu düşünüyorum. 41 yıllık anestezi hayatım boyunca bir “Diş hekimliği ve Anestezi”, “Yoğun bakım sırları” ve tercüme ettiğim bir “Nöroanestezi” olmak üzere 3 kitabım var.
30 Senedir Açılamayan Yoğun Bakım Ünitesini Açtık
“Alanımızla ilgili çok büyük çalışmalar yaptım” gibi bir ifadeyi iddialı buluyorum. Anabilim dalı ile ilgili yaptığım çalışmalar arasında; 30 senedir açılamayan yoğun bakım ünitesini açtık. Ağrı bilim dalımızda dünyada yapılan tüm uygulamaların yapılabilmesi, ana bilim dalımızdan 1997’den itibaren 7 profesör ve 11 doçentin yetişmesi, araştırma görevlilerine tanınan araştırma destekleri ile huzur dolu özgür, demokratik ve hiyerarşik bir ortamda paylaşımcı, şeffaf, atılımcı bir ekip çalışması yaratmak olduğunu söyleyebilirim. Bu anlamda ana bilim dalımın tüm öğretim üyeleri ve asistanlarına teşekkürü bir borç bilirim. Eşimin 1,5 yıl süren hastalığında bir aile gibi her şeyi paylaştık. Ben onların desteği ve hizmetiyle bu uzun süreci göğüsleyebildim.
İçimde Devamlı Kıpırdayan Bir Başarma Dürtüsü Var
Yöneticilerden kendi öykülerini anlatmaları istendiğinde akademik başarılarımızdan, kendi özgeçmişlerimizden veya edindiğimiz tecrübelerden bahsederiz. İş yaşamım eğer başarılı bulunuyorsa; çok çalışmak, kendini doğru değerlendirmek, güçlü ve zayıf yanlarını bilmek, devamlı özeleştiri yapmak, deneyimlerden ders almak, yeniliklere açık olmak, kendi çıkarlarından çok kurumun geleceği için uğraşmak, gerçekçi olamayan hedefler koymamak, hoşgörülü ve sabırlı olmak başta gelen öğelerdir diyebilirim. İçimde devamlı kıpırdayan bir başarma dürtüsü 6-7 yaşlarımdayken bile vardı.
Başarılı Olmada Empatinin, Hele ki Bir Hekimseniz Önemi Yadsınamaz
Duygusal olduğum ve bunun bir dezavantaj olduğu hep söylenmiştir. Oysa inanılırlık ve güvenilirliğin IQ’dan çok EQ ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Başarma dürtüsü ve azim ile çalışırken kendi enerjimin farkında olmam, açık olmam, çıkar çatışmalarına girmeden başkalarıyla iyi geçinebilmem; içtenlik, esneklik ve güvenilir ilişkiler yarattı. Başkalarının hislerini tanımada, vicdanlı olmada, ön yargıyı kaldırarak adil olmamda ve sosyal becerilerimde başarılı olmamda; kendimi iyi tanımamın, sınırlarımı bilmemin ve inançlarımın çok güçlü oluşunun katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Başarılı olmada empatinin, hele ki bir hekimseniz; sosyal bir radar olarak başkalarının ne hissettiğini onlar söylemeden söylemek, onları sezmek ve buna karşılık vermekte rolü büyüktür. Kişinin kendine saygısı ve özgüveni varsa, güçlüklerden yılmıyor, her seferinde kendinde yeniden deneme azmini buluyor, şevki kırılmıyorsa ve kendini geliştirmeye açık ise başarısız olması bence mümkün değil. İşimde zevk almaksızın sırf hayatımı kazanmak için çalışmadım.
Gücün ve Güvenin İnsanın İçinde Olduğunu Düşünüyorum
Her gün aynı heves ve istekle, hasta olduğum zamanlarda bile azim duyarak işime gitmeye çalıştım. Sorumluluk duygum babamdan geçmiş, çok büyük… Bazen kendimi bir öğrenci, bir asistan gibi heyecanlı hissediyorum. Gücün ve güvenin insanın içinde olduğunu düşünüyorum. Yapabileceğine, başarabileceğine inanmak, gelecek için ümitli olmak, bir kapı kapandığında başka bir kapının açılacağına inanmak gerekiyor.
“Her Bilgi İçinde Eylem Yoksa Boşuna, Her Eylem İçinde Sevgi Yoksa Boşuna”
Ünlü filozof Halil Cibran’ın çok sevdiğim bir deyişi var: “Her bilgi içinde eylem yoksa boşuna, her eylem içinde sevgi yoksa boşuna”… Sevgisiz bir hayat düşünemiyorum. Başarılı olmada sevgi dolu olmanın, insanları yargılamadan, kategorize etmeden, hoşgörü ile yaklaşarak sevmenin çok önemli olduğunu gördüm.
Her Zaman Eşim Abidin’den Hoşgörü ve Anlayış Gördüm, Beni Her Daim Destekledi
Başarılı olmak için aileme hep daha az süre ayırdığımı ama şanslı olduğumu zira annemin ve babamın özellikle akademisyenliğin ilk on yılında eşim ve çocuklarıma benim tam veremediğim desteği ve zamanı verdiklerini düşünüyorum. Fedakârlık ettiğim şeyler; daha çok para kazanmak, aileme daha çok zaman ayırmak, uykularım, zaman zaman da yaz tatilleridir. Her zaman eşim Abidin’den hoşgörü ve anlayış görerek, olağanüstü sabırla saatlerce benim hastaneden çıkmamı otoparkta beklemesinden, hiç yakınmadan sevgi ile yaklaşımından büyük destek alarak çalıştım. Her sorunumu ve mutluluğumu onunla paylaştım. İşim ile ailem arasında yıllar sonra bir denge oluşturdum. Şimdi genellikle hafta sonlarını ailemle evde geçiriyorum. Beraber sinemaya ve yemeğe gidiyoruz, alışveriş yapıyoruz, satranç oynuyoruz. Ayda 2-3 kitap alıyorum, bunlar genellikle best-seller kitaplar oluyor. Seyahat etmeyi de çok seviyorum.
Genç Hekimler, Zorluklar Sizi Yıldırmasın, Etik Olun
Hayatı planlamak için öneriler hep verilir ama geleceği ve hayatı planlamak her zaman elimizde değil diye düşünüyorum. Programsızlığı önermiyorum ama mutlu olmak için küçük ve kısa vadeli projelerin yapılması gerektiğine inanıyorum. Farkındalıkla yaşamak, özsaygıyı hiç yitirmemek, etik değerlere bağlı kalarak fırsatları iyi değerlendirmek, zaman zaman da riskleri göze almak; geleceğe daha güvenli yaklaştırıyor insanı. Genç hekimlere önerim; zorluklar sizi yıldırmasın, etik olun, temel ahlak ilkelerinden ödün vermeyin, aileniz ve meslektaşlarınıza önem verin, vatanınızı sevin, Atatürk ilkelerinin ışığından ve rehberliğinden ayrılmayın. Mesleğinizin içine politikayı asla sokmayın.
“Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” Projesini Yapmak İstiyorum
Bir akademisyenin sosyal projelerde yer almasının gerekli olduğunu, günümüz şartlarında bu projelere duyarsız kalmamak gerektiğini düşünüyorum. Kadın farkındalığı ile ilgili bir sosyal bir proje yapmak istiyorum. Kadınların, kendi hayatları üzerinde daha fazla söz sahibi olmak ve kendi seçimleriyle yaşamayı başarabilmeleri için çaba sarf etmeleri gerekiyor. Kadınları güçlendirmek ve onların özsaygı ile güvenlerini artırmak, farkındalıkla yaşamlarını sağlamak için bütün “Türkiye’de Güçlü Türk Kadınları” projesini yapmak isterim.
Türk Sanat Müziği ve Araba Kullanmak, İçimde Kaldı
Hayalini kurup yapamadığım iki şey var hayatımda. Sevgili eşim Abidin de çok destek oldu fakat maalesef yapamadım. Lise yıllarında haftada bir gün evde masaya çıkarak kardeşlerime Türk sanat müziği konserleri verirdim. Sabırla dinler, beni teşvik ederlerdi. Türk Sanat müziğinden pek çok şarkının sözlerini ezbere bilirim. Tıp Fakültesindeyken Mediko-sosyal Merkezde Turhan Toper’den aldığım Türk Sanat müziği derslerini sonra daha da geliştirmek, bir radyo veya sahne sanatçısı olmak Dr. Alaaddin Yavaşça veya Dr. Nevzat Atlığ gibi çok isteyip de yapamadığım şeylerden biridir. İkincisi de araba kullanabilmek. Gençken kendimi, sevgilim yanımda araba kullanıp tatillere giderken hayal ederdim. Babam mükemmeliyetçi bir insandı, araba kullanmadaki ilk dersimde beni yeteneksizlikle suçlayarak korkutmuştu. Bu korkuyu sevgili eşim Abidin de gideremedi.
Eşim, Kızlarım ve Cem Yılmaz …
Hayatımda mutlu olarak hatırladığım anılara daha çok yer veriyorum. Unutamadığım anılarımdan, 1979 yılında sevgili eşim Abidin’in doçentlik cübbesini giydiği gün, çok gurur duyduğum bir gündü. Biz İngiltere’de 1979’da 3 ay birlikte geceleri birbirimizin tezlerine yardımcı olmuş, birlikte çok uykusuz geceler geçirmiştik. Başka bir anım da TARD başkanıyken hayran olduğum Cem Yılmaz’ın kongreye davetimi kırmayarak gelmesidir. Bunu sağlayan sevgili dostum Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’ya derin teşekkürlerimi sunuyorum. Diğer unutamadığım bir anım da pediatrik kardiyolog kızım Ebru Aypar’ın doçent olduğu gün hocalarından duyduğum bir anneyi en mutlu eden övgü dolu sözlerdi.
Güne Pozitif Başlamak ve Gülmek Önemli
Beni ben yapan özelliklerin sevecenlik, dostluk, samimiyet, açık yüreklilik, dobralık, vefalılık, dürüstlük, çalışkanlık ve yardımseverlik olduğunu çevremden duyuyorum. Heyecanlı, aceleci, hayal gücü geniş, altın hissi kuvvetli ve sorunları kısa sürede çözen pratik bir yönüm de var. Sağlığıma çok dikkat ettiğimi söyleyemeyeceğim. Sağlıklı beslenmeye, fast food’dan kaçınmaya, arada yürüme bandında bir saatlik yürüyüş yapamaya özen gösteriyorum. Gün içinde duygusal her olayda ağlayabilirim. Mizaha çok önem verdiğimden fıkra anlatmayı ve dinlemeyi çok seviyorum. Güne pozitif başlamayı ve gülmeyi önemli buluyorum.
“Birbirinizi Sevin, Ekmeğinizi Bölüşün Ama Aynı Lokmayı Dişlemeye Kalkmayın” H. Cibran
Eşim Abidin’i 2007 yılında geçirdiği anevrizma kanaması sonucu 534 günlük bir yoğun bakım süreci sonrasında 28 Nisan 2009’da kaybettim. 36 yıllık eşim idi. Zıtlıkların birbirini çektiği, hayatın zıtlıkların ritmi olduğu düşünülürse biz öyleydik. Danışmanım ve akıl hocamdı. Benim özgür, içimdeki çocuğu hiç öldürmeyen, coşkulu, hayal gücü geniş, sevgi dolu dünyama dinginlik huzur ve sadelik getirdi. Bence uzun süreli evlilikler için önerilerin en önemlileri; sevgiden ziyade saygı kriterlerine dikkat edilmesidir. Karşıdakini değiştirmeye çalışmadan, zaman zaman “ben” genelde de “biz” olabilmek, kişiyi kendi mikro hakimiyet alanlarında özgür bırakmak, baskı ve otorite kurmaya çalışmamak, hoşgörü, anlayış ve sabrı da hiç elden bırakmamak. Burada ünlü filozof Halil Cibran’ın evlilik için söylediği gibi “Birbirinizi sevin, ekmeğinizi bölüşün ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın. Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın. Hep yan yana olun ama birbirine fazla sokulmayın çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.”
Çocuklarım Benim En İyi Arkadaşım
İki kızımız var. Büyük kızım Doç. Dr. Ebru Aypar, Hacettepe İngilizce Tıp mezunu ve aynı fakülteden pediatrik kardiyoloji alanında ihtisaslı. Ablasından on yaş küçük ikinci kızımız Arzu Aypar, Bilkent İşletme mezunu ve Bilkent Otelde çalışıyor. Özellikle eşim Abidin, annem ve babamın çocuklarımın etik değerler, dürüstlük, büyüklere saygı ve vefa, içtenlik, çalışkanlık ve sosyal becerilerle yetişmelerinde çok katkıları oldu. Çocuklarımı çok seviyor ve onlara güveniyorum. İkisi de benim çok iyi arkadaşım.

Osho, Irvin Yalom ve Halil Cibran Kitaplarını Tavsiye Ederim
İş hayatımdaki günlük stresi azaltmak için fazla bir şey yaptığımı söyleyemeyeceğim. Bazı akşamlar alışveriş merkezlerini gezmeyi, eve gidince müzik dinlemeyi ve film izlemeyi, arada sırada departmandaki yürüme bandında yürümeyi ve zihnimi boşaltmak için bilgisayar oyunlarını seviyorum. Film, kitap ve müzikte benim için vazgeçilmez olan ve hayatımda iz bırakanlar var tabi. Kitaplar arasında ünlü filozof Osho’nun tüm serisi, Irvin Yalom ve Halil Cibran’ın tüm kitapları, fıkra ve şiir antolojileri, tabi ki Özdemir Asaf şiirleri ve Murathan Mungan şiir ve kitapları… Türk sanat müziğini ve Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak’ı çok seviyorum. Bilimkurgu, macera ve duygusal filmleri de severek izliyorum.