SAĞLIK HABERCİLİĞİ REKLAMLA KARIŞMAMALI

SAĞLIK HABERCİLİĞİNE YÖN VERENLER

Sağlık sektöründen gelen PR yani halkla ilişkiler amaçlı talepleri karşılama gayreti içine giren medyanın, ara ara doğru olmayan yazılara yer verdiğini belirten Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Melda Cinman Şimşek, “Medya okuryazarı olmayanların, neyin gerçeği yansıttığını, neyin PR amaçlı olarak medyada yer aldığını tespit etmesi çok zor” dedi.

Sağlık haberciliği içinde halkla ilişkiler çalışmalarının da  yer aldığı, tüm tarafların kabul ettiği bir gerçek. Peki bu iletişim çerçevesinde ne gibi konulara dikkat etmek gerekiyor? Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü  Öğretim Üyesi Prof. Dr. Melda Cinman Şimşek, konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Sağlık Haberciliği yeni gelişiyor. Ancak burada ‘gelişim’ kelimesini, gazete ve dergilerdeki sağlık sayfalarının, sağlık konusundaki kitapların, TV programları içinde sağlık konusuna ayrılan sürenin artışı dolayısıyla,  ‘büyüme’  anlamında kullanıyorum. Yoksa benim değerlendirme kriterlerime göre ‘pozitif’ bir anlam ihtiva etmiyor. Diğer deyişle, nicelik ile nitelik eğrileri çakışmıyor. Bunu sebebi, sağlık sektöründen gelen PR yani halkla ilişkiler amaçlı talepleri karşılama gayreti içine giren medyanın, ara ara doğru olmayan yazılara yer vermesi. Medya okuryazarı olmayanların, neyin gerçeği yansıttığını, neyin PR amaçlı olarak medyada yer aldığını tespit etmesi çok zor. Hele internete bakarsak, durum daha da vahim. Dr. Öz’ün tavsiye ettiği ürünlerden bahsediliyor ama sağlığa zararlı bu ürünlerin pazarlanmasında rol aldığından, Dr. Öz’ün haberi bile olmadığını öğrendik.  Canlı sağlığı ciddi bir iştir. Böyle bir yayıncılık anlayışı kabul edilemez.  İster haber, ister reklam, ister PR amaçlı olsun!   Bu bir. İkincisi, medya üzerinde hepimizin fark ettiği baskılar, özellikle devlet kurumlarının sağlık konusundaki yanlışlarını okuyucuya ya da izleyiciye yeterince yansıtmıyor. İnternetten  BİMER yani Başbakanlık İletişim  Merkezi’ne  girdiğinizde, Sağlık Bakanlığı’na  yönelik şikayetlerin totalini de görüyorsunuz, bunların ne kadarının geri dönüşünün yapıldığını da.  Ancak, geri dönüş, illa sorunun çözüldüğü anlamını taşımıyor.  Başbakanlık bunları değerlendirerek Sağlık Bakanı’nı değiştirdi. Peki bu şikayetlerin ne olduğunu kamu öğrendi mi? Hayır.   

“Medya, Sağlıkta Şiddetin Nedenlerine Hiç Girmedi”
Hekimler dayak yediklerine dair büyük bir fırtına koparttılar medya aracılığıyla.  Medya haber niteliği olduğuna kanaat getirerek, her olayı kamuoyuna yansıttı ama nedenlerine hiç girmedi. Bu anlamda bu habercilik, hekimleri kışkırtmaktan başka işe yaramadı. Öyle ki, hekimlerin işi Hipokrat Yemini’ni bozma noktasına götürecek tekliflerde bulunduklarına dair duyumlar aldık. Popülist yaklaşımların maliyetini düşünmek ve sorumlu yayıncılık yapmak lazım.

En Önemli Haber Kaynağı, Hasta ve Yakınlarıdır
Sağlık haberleriyle diğer haber türleri arasında, bana göre habercilik açısından bir fark yok.  Siyasi konularda yanlış bilgilenirseniz, hatalı oy kullanır ve istemediğiniz şekilde yönetilirsiniz. İktisadi konularda yanlış bilgilenirseniz, batabilirsiniz. Sağlık konusunda yanlış bilgilenirseniz, sağlık konusunda hatalı tutum ve davranış içine girer, belki de ölürsünüz. Örnekleri yok değil.   Kapsama gelince; konusu  ‘hekim, hemşire, sağlık personeli, hasta, Sağlık Bakanlığı, sağlık mevzuatı, hastane gibi sağlık kuruluşu, hastalık, sağlık,  ilaç, tedavi edici veya  önleyici tıp, alternatif olan ve olmayan tıp,  sağlık sigortası, sağlık hukuku,  sağlık malzemeleri, sağlık teknolojisi, sağlık eğitimi, deontoloji, sağlık turizmi’  olan her şey   sağlık haberciliği kapsamına girer.  Haber kaynakları kapsama göre değişir ve çeşitlilik arz eder. En önemli haber kaynağı, hasta ve yakınlarıdır bence.  Pazarlama iletişimi tabiriyle  ‘müşteri’ ! Beğenmiyorsanız ‘halk’ diyebilirsiniz.  Perakende sektöründe nasıl müşteri şikayetleri önemliyse, sağlık alanında da hasta ve yakınlarının şikayetleri ele alınmalı ki, sorunlar giderilsin.   Ancak,  hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanlarının, son düzenlemelerle hastane sahiplerinin, eczacıların da bir yığın şikayeti var. Hizmet sunan tatmin olmazsa, iyi hizmet sunamaz.  Sorunlar, bütünleşik bir çerçevede ele alınmalı ve giderilmeli.  Bizim halkla ilişkiler alanı, karşılıklı anlayışa dayanır.  Bunu sağlanması için de diyalog gerekir. Medyanın en önemli fonksiyonu, halkla siyasal iktidar arasındaki mesaj iletişimini sağlamak değil mi? Sağlık habercisi de, ortak iyilik için, sorumlu bir şeklide bu uğurda çalışmalı.


“Sağlık Haberi Yapan Haberci, Objektif Olmalı, Gerçeği Aktarmalı ve Toplumsal Fayda İçin Emek Harcamalı” 
Sağlık haberlerinde en önemli kriterlerden biri,  sağlık konusunda halkın aydınlatılması, diğeri de siyasal iktidara yani sorun çözücülere sağlık alanındaki aksaklıkların iletilmesidir.  Bu da şakşakçılıkla olmaz. Her şey toz pembe değil ama, siyasal iktidarı destekleyen medya, öyle göstermeye çalışıyor.  Gerçek er geç ortaya çıkar ama o arada birileri zarar görür.  Hekimlerin neden dayak yediğini sorgulamak lazım. Üstesinden gelemeyecekleri ölçüde hasta bakmak zorunda kalıyorlar. Onlar da insan. Makine bile fazla ısınınca sorun çıkartır.  Sağlık haberi yapan haberci, objektif olmalı, gerçeği aktarmalı ve toplumsal fayda için emek harcamalı.  Haber yaparken, medya ve tıp alanlarındaki etik ilkeleri göz önüne almak kriter olmalı.  İdeal sağlık haberi, ancak bütün bu koşulları yerine getirerek yapılabilir. 

İdeal bir sağlık muhabiri, insan sevgisi, iş disiplini, etik ilkelere uygun tutum, önsezi, dürüstlük, adalet anlayışı, araştırıcılık, geniş çevre ve bilgiye sahip olmalı. Başka ülkelerde neler olup bittiğini de haberlerine katabilmek için yabancı dil bilmelidir.

“PR Amaçlı Haberlerde Maalesef Bazen Propagandaya Kayılıyor ve Yanlış Bilgi Aktarımı Oluyor”
Sağlık muhabiri öncelikle önsezi ve bilgisiyle, aldığı haberin doğru olup olmadığını test edebilmeli.  Sonra da adalet, doğruluk ve dürüstlük çerçevesinde kamuoyuna aktarmalı. PR amaçlı haberlerde maalesef bazen propagandaya kayılıyor ve yanlış bilgi aktarımı oluyor. Muhabir bunu fark etmeli ve fark ettikten sonra da gereğini yapmalı. Diğer alanlarda olduğu gibi, sağlık haberleriyle ilgili olarak da, birbiriyle çelişen haber ve bilgiler aktarılabiliyor. Bu, güven sarsıcı! Yazılı basında tiraj düşüşleri, sadece internet gazeteciliğinin gelişiminin değil, bu güven kaybının da neticesidir.  En azından gazete satın almak için para vermiyorsunuz. 

Hedef Kitleniz, Mesajın Kodlarını Açamıyorsa, Mesaj Neye Yarar?
Sağlık haberinde popüler dil kullanmak zorundasınız. Okuyucu,  dinleyici anlamalı.  Tıbbi jargon, halk için bir şey ifade etmez.  Hakemli dergiye yazmıyorsunuz.  Hedef kitleniz, mesajın kodlarını açamıyorsa, mesaj neye yarar? Görsel malzeme de çok önemli.  Özellikle ilk ve ortaöğretimde görsel malzemeye ağırlık verilirse, çocukların insan bedeni konusunda daha bilgili yetişeceklerini sanıyorum. Birçok lise mezunu, karaciğerinin, dalağının yerini bilmez.  İlk ve orta öğrenimde fotoğraf yerine grafik tasarım kullanılmalıdır.   İnternet haberciliğinde de, Tv, gazete ve dergilerde de görsel malzemeden maksimum düzeyde yararlanmanın yararlı olacağı kanaatindeyim. İnsanların çoğu zaten görseldir. Görsel algı, harf kodlarını çözmek ve zihinde canlandırmaktan daha etkilidir. 

“İstisnai Durumları, Genelmiş gibi Aktarmamak Lazım”
Sağlıklı bir toplumun oluşumuna katkı sağlamak için, hedef kitleye doğru ve önemli bilgi aktarımı yanı sıra, yanıltıcı bilgi verilmemesi, kuşkusuz en çok dikkat edilmesi gereken hususlardır. Örneğin, ‘Şu bitkisel malzemeyi kullandı ve kısa sürede şu kadar kilo verdi’ şeklinde bir bilgi, okuyucuya ilginç gelebilir ama, tehlikeli de olabilir.  ‘Haber niteliği taşıyan’ pek çok haber, sıra dışı olduğu için haber olmuştur.  Dolayısıyla, istisnai durumları, genelmiş gibi aktarmamak lazım.  Hedef kitlenin eğitim düzeyi belli.  Kitap okuma oranı çok düşük. 

Konunun Gerçekten Uzmanı Olanları İzleyici Önüne Çıkartmak Yararlı Olacaktır
Yazılı medya pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de geriliyor. En önemli bilgi kaynağı, orta kuşak  için hala TV. Gençler arasında internet yaygın ama, bilgi edinme işlevi kanımca ikincil.  Ülkemiz Facebook kullanımında Avrupa birincisi.  Twitter’da da hatırladığım kadarıyla dördüncüyüz sayısal olarak.  Bu durumu bir fırsata çevirmek lazım.  Pek çok TV programı, Twitter ve Facebook hesaplarıyla destekleniyor.  Konuklara gelince, hep aynı isimleri ekrana veya gazete sayfalarına getiriliyor. Bunlardan bir kısmının hangi bağlantılarla ekran yüzü yapıldığını biliyoruz.  Vaktiyle, rahmetli hocalarımızdan Prof. Dr. İsmet Giritli, sağlık sorunumu halledip daha verimli çalışabilmem için beni göndermek istediği bir kulak doktorunun henüz asistan doktor olduğunu duyunca nasıl burun kıvırdığımı fark ederek, ‘Bak dinle! Asistan doçentten iyidir. Doçent de profesörden!  Sebebine gelince, her işi yapan asistanların eli yatkınlaşır. Ben diş filan çektireceksem onları tercih ederim.  Doçent de, ya doçent olmak için çalışmış,  ya da profesör olmaya çalışmaktadır. Gençtir. İnsan profesör olduktan sonra, artık hayli genişlemiş olan çevresinden gelen davetlere katılmaktan,  davet edildiği konferanslarda eski bilgilerini tekrarlamaktan başka fazla bir şey yapamaz. Zaten yorulmuştur da …’ diyerek,  ilginç bir tespitte bulunmuştu vaktiyle…   Doğruluk payı olmadığını kimse iddia edemez.   Dolayısıyla, artık kendini yenileyebilecek zaman bulamayacak kadar medyada yer alan popüler simalar yanı sıra, konunun gerçekten uzmanı olanları da izleyici önüne çıkartmak yararlı olacaktır. Bunları üniversitelerdeki fısıltı gazetelerinden öğrenebilir bir sağlık muhabiri.  Kimin hangi konuda iyi, hangi konuda zayıf olduğunu bizler üniversite içinde biliriz.  


“Hastanelerde Aksayan Yönlerin, Medya Mensuplarından Gizlenilebileceğini Unutmamalı”
İkinci olarak, Linkedin gibi ağlarda yer almak ve uluslararası çalışmaları takip etmek de çok önemli. Örneğin, Mayo Kliniğin sayfasında ‘symptom checker’ var.  Kendinizde hangi arazların olduğunu işaretliyorsunuz ve ‘Enter’ tuşuna bastığınızda hangi hastalıkların ihtimal dahilinde olduğu karşınıza çıkıyor.  Buradan aldığınız bilgiyi Aile Hekimi ile paylaştığınızda,  hangi uzmanlık alanına başvuracağınız daha net şekilde ortaya çıkıyor.  Tabii bunu insan ‘kendi kendine teşhis’ şeklinde uygulamamalı. Tıp fakülteleri boşuna okunmuyor.  Uzman konukların terminolojisinin popüler dile aktarımı önemli.  Konu seçiminde  sağlık istatistiklerinden, ulusal ve uluslararası  gelişmelerden, yeni tedavi çeşitleri ve buluşlardan, yeni ameliyat tekniklerinden, yeni veya yaygın hastalıklardan  esinlenilebilir.  Gizli müşteri tekniğiyle hastane ziyaretlerini de gerekli buluyorum. Hastanelerde aksayan yönlerin, medya mensuplarından gizlenilebileceğini unutmamak lazım. Ayrıca, basit ve anlaşılır dil + grafik tasarımla hazırlanmış görsel anlatım + hareketli görüntü’ şeklinde formüle edebilirim. 

“Amerika’da Halkla İlişkiler Şirketleri Açısından Blogger’lar, Muhabirler Kadar Önem Kazanmaya Başladı”
Sosyal medyanın giderek önem kazanacağını, sonuçta internetsiz yaşanılamayacağını düşünüyorum. Bloglar da çok önemli. Amerika’da halkla ilişkiler şirketleri açısından  blogger’lar, muhabirler kadar önem kazanmaya başladı.  Bunu geçenlerde Galatasaray Üniversitesi’nde verdiğim bir konferansta halkla ilişkiler alanında öğrenim gören gençlere de söyledim.   ‘Tekelci medya’ söylemi, böylelikle tarihe karışacak. Ancak, buralarda yayınlanan yazılara da temkinli yaklaşmak gerekir. Herhangi bir kişi ya da kuruluşun propagandası için çok yararlı olabilirler ama, toplum sağlığı için bakalım aynı derecede yararlı olabilecekler mi? Bu uygulamaya bağlı !

“Artık Photoshop Var, Gördüğünüze Bile İnanamıyorsunuz”
Her konuda medya okuryazarı olmalıyız. Hedef kitle şu soruları kendine sormalı: Bu yazının ya da programın yayınlanışının benim bilmediğim ve etik açıdan hoşuma gitmeyecek bir nedeni olabilir mi?  Medya patronu veya mensuplarıyla, mesaj veren kişi ya da kurum arasında, ticari-siyasi, ailevi, özel, grupsal vs. bir çıkar ilişkisi olabilir mi?  Mesaj veren kişi ya da kurum büyük reklam veren mi? Bir PR şirketiyle mi çalışıyor? Çalışıyorsa  hangisi?  Bu haber doğru olabilir mi? Kanıt sunuyor mu? Kanıtlayan kim? Bağlantısı olabilir mi? Çoğumuz,  medyada çıkan yalan yanlış birtakım yazıların hedefi olmuşuzdur zaman zaman. İnternette durum daha da feci! Bizim bile atladığımız oluyor! Artık photoshop var. Gördüğünüze bile inanamıyorsunuz. Nerede kaldı ki her yazılana inanacaksınız!  Ben öğrencilerime daima, bir siyasi haberi, farklı farklı medyadan okuduktan sonra kanaatlerini oluşturmalarını tavsiye etmişimdir.   Aynı siyasi habere dair manşeti Yeni Şafak, Sözcü, Cumhuriyet, Radikal, Zaman,  Bugün, Akit, Hürriyet ve Sabah gibi gazetelerde okuyun ve farkı görün!  Sadece manşet analizi de yapabilirsiniz.  Çok ilginç sonuçlar çıkar.  Bu perspektifle yaklaşmak lazım sağlık haberlerine de. 


“Medya Etiği ile Özgürlüğü Arasındaki Derin Farka Değinmek Gerek”
Radyo TV Üst Kurulu (RTÜK), Basın Konseyi, Gazeteciler Cemiyeti, İLAD gibi kuruluşlar var. Bunlar gerekli müdahaleleri veya izlemeleri zaman zaman yaparlar.  İletişim fakülteleri çok çoğaldı. Oralardaki bir kısım öğretim üyeleri de, kendi çalışmaları kapsamında izleme yapıyorlar. Ayrıca yasalar var bilindiği gibi.  Suç teşkil eden yazılar için dava hakkı doğuyor.  Fazıl Say, ünlü olduğu için kamuoyu gündemine düştü. Bu noktada, medya etiği ile özgürlüğü arasındaki derin kavramsal farka da değinmek gerek.  Türkiye’de medyada etiğinin ne derece var olduğu kanımca kuşkulu! Yalan yanlış bir sürü mesaj veriliyor. Medya özgürlüğünün var olup olmadığını da dünya konuşuyor zaten. Herkes biliyor dünya ülkeleri arasında en sonlarda olduğumuzu! Basının özgür olmaması, resmi veya gayri resmi sansür , otosansür gibi uygulamaların varlığı, illa etik çerçevede haber yapıldığı anlamını taşımaz. Hatta tam tersi bile olabilir. Etik bir kültürel anlayıştır. Suç teşkil etmiyorsa, siyasal iktidarın canını sıkmıyorsa, istediğiniz kadar uydurabiliyorsunuz. Bazen doğru haberlerin yalanmış gibi muamele gördüğü, hatta dava konusu edildiği durumlar da karşımıza çıkabilir.  İdeale ulaşmak kolay olsaydı, ideal denilmezdi herhalde! Toplum olarak, etik arayışımızı geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Bilgiye Değil Ama Fotoğrafa Sansür Uygulanmasını Doğru Buluyorum”
Geçtiğimiz günlerde Hatay’da meydana gelen patlamanın fotoğraflarına sansür uygulandığını duyduk. Doğrudur. Bilgiye değil ama fotoğrafa sansür uygulanmasını doğru buluyorum. Ölen insanların yakınları, onların parçalanmış hallerini görmeye de dayanamaz, başkasının görmesine de.  Bu etik bir durumdur.  Sağ veya ölü, bedenin kötü bir durumda, çıplak, parçalanmış, kanlı görüntülenmesini kabul edemeyiz. Bu çocuklarda psikolojik soruna yol açabilir. Bir genç kız, suçiçeği çıkarmışsa, bu görüntüsünün medyada yer almasını kabul edemez.  Ben şahsen suçiçeği geçirdiğimde,  annemin babamın bile benim yüzümü görmesinden rahatsız oluyordum. Nerede kaldı ki başkaları! Bu nedenle, izin alınmadan fotoğraf yayınlanmasına karşıyım.  Grafik tasarım burada devreye girebilir.

“Biz Akademisyenler, Kaynağı Belli Olmayan Yazılara Pek İtibar Etmeyiz”
Haberlerin altında kaynak belirtilmeli. Kaynak belirtildiği zaman, hedef kitle yazının doğruluğunu test edebilir.  Biz akademisyenler, kaynağı belli olmayan yazılara pek itibar etmeyiz.  Doğru olmayabileceğini düşünürüz.  Ayrıca, kaynak güvenilir mi değil mi, bunu da bilmek isteriz. Güvenilir bulmadığınız, yetersiz veya taraflı kaynaktan gelen bilgiyi, azıcık gerçek dışılık pay bırakarak almakta yarar vardır.”

Prof. Dr. Melda Cinman Şimşek kimdir?
İstanbul’da doğdu. Özel Şişli Koleji,  Özel Dost İlkokulu, Fevziye Mektepleri vakfı Özel ışık Lisesi gibi okullarda okudu ve Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler  Akademisi İ.İ.T.İ.A’ya bağlı  Şişli iktisadi ve Ticari İlimler Y.O. İşletmecilik bölümünden mezun oldu. Şimdiki adı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi olan İ.İ.İ.T.İ.A’ya bağlı Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Y.O. nda 1978’de asistan oldu.Yüksek Lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset İlmi Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi üzerine yaptı.  Siyaset, Sosyal Siyaset ve İktisat üzerine çalışmalar  yaptığı İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı.  Doçentlik ve profesörlüğünü Halkla İlişkiler alanında aldı. 2004’te Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanlığına getirildi.  Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölüm Başkanlığı yaptı. İstanbul, İstanbul Ticaret, Yeditepe, Kadir Has, Acıbadem ve Bilim Üniversiteleri’nde ders verdi.  Halen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Şimşek, iki çocuk sahibidir.