NÖROENDOKRİN TÜMÖRLERİN TEŞHİS EDİLMESİNDE SIKINTI VAR

Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonları olan organlardan kaynaklandığını ve teşhisinin zorluğu nedeniyle çok sinsi ilerleyip diğer organlara yayıldığını söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, eskiden ileri evrede yaşam sürelerinin çok kısa olduğu bu kanser türünde yeni tedavi seçenekleriyle kanserin stabil tutulabildiğini ve yaşam sürelerinin 5 ila 10 yıl arasında uzatılabildiğini söyledi. 

Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonu olan, salgısal fonksiyonları olan organların hepsinden kaynaklanabileceğini belirten Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Özkan, “Bizim en sık gördüğümüz tipleri daha çok sindirim sisteminden, pankreas, ince ve kalın bağırsaklardan kaynaklanıyor.  Sindirim sistemi organlarından en çok pankreasta karşılaşılıyor. Bunlar aslında yıllardır bilinen bir tümör grubu ama tanı konmasında problem var” dedi. 

Yavaş Seyirli Ama Sonuçları Çok Ciddi
Nöroendokrin tümörlerin çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içinde diğer organlarda çok büyük kitlesel yapılar oluşturabildiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, “Bu tümörler pankreasın bez, endokrin fonksiyon gören kısımlarından kaynaklanıyor. Pankreas sindirimde hem enzimatik bir salgı yapıyor hem de endokrin bir fonksiyon görüyor yani insülin salgılıyor, ona benzer çeşitli hormonlar salgılıyor. Bunlarda daha çok pankreasın kuyruk ve gövde kesiminde yerleşiyorlar, baş kesiminde yerleşmiyor. Bu tümörler aslında çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içerisinde başka organlara çok ciddi sıçrama yapabiliyorlar. Karaciğere sıçrayıp karaciğerde çok ciddi harabiyetler yapabiliyor. Asıl tümör kaynağı pankreas oluyor. Yavaş ilerlemelerine rağmen zaman içerisinde bu tümörler hastayı çok kötü durumlara düşürebiliyorlar. En sık gördüğümüz pankreas, ince bağırsaklar ve kalın bağırsaklar yani sindirim sisteminin bulunduğu kısım” diye konuştu. 

“Teşhis Edilmesinde Sıkıntı Var”
Eskiden Nöroendokrin tümörlerinin tespit edilmesinin çok zor olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özkan, şimdi ise bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedeflerin daha net ortaya konmaya başlandığını söyleyerek, “Patolojik olarak tanınmaları önceleri çok zordu hem de radyolojik olarak görüntülenmeleri ve tespit edilmeleri oldukça zordu. Bu konu çok önemli aslında, burada bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedefler daha net bir şekilde ortaya konmaya başlandı. Son yıllarda buna dayalı olarak da tedavide ciddi gelişmeler yaşandı.  Özellikle salgı fonksiyonunu yöneten bazı reseptörler var tümör hücrelerin yüzeyinde bunlara karşı geliştirilen ilaçlar var. Bu ilaçlar bu salgı bezlerinin, salgı yapan tümör hücrelerinin fonksiyonlarını bloke ediyorlar. Bunların da uzun etkilileri son yıllarda daha etkin bir şekilde kullanılmaya başlandı. İlk çalışma 2006 yılında ABD’de açıklandı, daha sonra arkasından ikinci bir ilacın büyük çalışması açıklandı. Bundan sonra artık bu ilaçlar rahatlıkla bu tümörü kontrol altına almada ilk basamak tedavi olarak kullanılmaya başlandı” şeklinde konuştu.


“Hedefe Yönelik İlaçlar Yaşam Sürelerini Önemli Oranda Uzattı”
Hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde hastalığın artık kontrol altına alınabildiğini ve hastaların yaşam sürelerinin anlamlı bir şekilde uzadığını belirten Prof. Dr. Metin Özkan şunları söyledi:  “Tanısal amaçla bazı testler yapılıyor. Bu reseptörlerin yoğunluğuna bakılıyor. Aynı zaman da patolojik incelemede bunların hızlı çoğalan mı yavaş çoğalan mı oldukları belirleniyor. Yavaş çoğalan cinslerinde daha etkin olduğu biliniyor, hızlı çoğalanlarda fazla etkinlikleri yok, o grupta kemoterapi kullanılıyor. Bunların ardından yeni dönemde akıllı ilaçlarda bu tümörlerde kullanıma girmeye başladı. Tümörün damarlanmasını azaltan ilaçlar tümörde büyüme yolaklarının alt gruplarına etki eden ilaçlar veya çoklu fonksiyon gören ilaçlar. Yani birkaç fonksiyonu bir arada gören ilaçlar bu hastalıkta kullanılmaya başlandı ve bu tedaviler ışığında artık daha etkin bir şekilde hastalık kontrol altına alınabiliyor ve hastalar daha uzun yaşayabiliyor.”

Hücrenin Yüzeyindeki Reseptöre Yapışarak Onu Tahrip Ediyor
En büyük problemin tanı koymakta yaşandığını söyleyen Prof. Dr. Özkan bu kanserin genellikle ilermiş dönemde yakalandığını belirterek, “Tanı koymada aslında fazla şansımız yok. Tümör salgı yapmıyorsa hastalık semptom vermiyorsa başka organa sıçradıktan sonra bize geliyor. O dönemde ilerlemiş oluyor ama bu tümörler yavaş seyirli olduğu için cerrahinin yine yeri var mesela tümör yükünü azaltan cerrahi. Tümörün hepsini çıkarmasanız bile önemli bir kısmını bile çıkarmak hastalığın kontrolüne katkı sağlıyor. ilaçların gidip bu tümör hücrelerini tahrip etmesi sağlanıyor. Tümörün üzerine yapışarak radyo terapiye, ışın tedavisine benzer etkinlik yapan moleküller yerleştiriliyor. Hastanın vücuduna verildiği zaman gidip hücrenin yüzeyindeki reseptöre yapışarak onu tahrip ediyor. Bunların hepsi hedefe yönelik tedavi olmuş oluyor. Bu kadar ileri evre olan kanserlerde uzun dönem yaşan şansı hiç yokken şuan çok ileri evre olmalarına rağmen hastalar 10 yıl, 5 yıl, 7 yıl yaşama şansı bulabiliyor” dedi.

“Bu Konuda Uzman Eksikliği Var”
Yaşanan en büyük sıkıntının ise özelleşmiş merkezler dışında bu kansere tanı konmasının zorluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, “En büyük sıkıntı burada oluşuyor. Bu tümörlerin tespitinde birileri bir şeyler görüyor gördükten sonra hastayı daha ileri merkezlere sevk ediyorlar. Gerek Türkiye’de olsun gerek dünyada olsun böyle özelleşmiş merkezler dışında bu hastalığa yaklaşımda çok fazla tecrübe yetersizliği var. Fakat biz Erciyes Üniversitesi olarak bu konuda referans merkezlerden birisiyiz” şeklinde konuştu. 

NÖROENDOKRİN TÜMÖRLERİN TEŞHİS EDİLMESİNDE SIKINTI VAR

Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonları olan organlardan kaynaklandığını ve teşhisinin zorluğu nedeniyle çok sinsi ilerleyip diğer organlara yayıldığını söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, eskiden ileri evrede yaşam sürelerinin çok kısa olduğu bu kanser türünde yeni tedavi seçenekleriyle kanserin stabil tutulabildiğini ve yaşam sürelerinin 5 ila 10 yıl arasında uzatılabildiğini söyledi. 

Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonu olan, salgısal fonksiyonları olan organların hepsinden kaynaklanabileceğini belirten Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Özkan, “Bizim en sık gördüğümüz tipleri daha çok sindirim sisteminden, pankreas, ince ve kalın bağırsaklardan kaynaklanıyor.  Sindirim sistemi organlarından en çok pankreasta karşılaşılıyor. Bunlar aslında yıllardır bilinen bir tümör grubu ama tanı konmasında problem var” dedi. 

Yavaş Seyirli Ama Sonuçları Çok Ciddi
Nöroendokrin tümörlerin çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içinde diğer organlarda çok büyük kitlesel yapılar oluşturabildiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, “Bu tümörler pankreasın bez, endokrin fonksiyon gören kısımlarından kaynaklanıyor. Pankreas sindirimde hem enzimatik bir salgı yapıyor hem de endokrin bir fonksiyon görüyor yani insülin salgılıyor, ona benzer çeşitli hormonlar salgılıyor. Bunlarda daha çok pankreasın kuyruk ve gövde kesiminde yerleşiyorlar, baş kesiminde yerleşmiyor. Bu tümörler aslında çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içerisinde başka organlara çok ciddi sıçrama yapabiliyorlar. Karaciğere sıçrayıp karaciğerde çok ciddi harabiyetler yapabiliyor. Asıl tümör kaynağı pankreas oluyor. Yavaş ilerlemelerine rağmen zaman içerisinde bu tümörler hastayı çok kötü durumlara düşürebiliyorlar. En sık gördüğümüz pankreas, ince bağırsaklar ve kalın bağırsaklar yani sindirim sisteminin bulunduğu kısım” diye konuştu. 

“Teşhis Edilmesinde Sıkıntı Var”
Eskiden Nöroendokrin tümörlerinin tespit edilmesinin çok zor olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özkan, şimdi ise bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedeflerin daha net ortaya konmaya başlandığını söyleyerek, “Patolojik olarak tanınmaları önceleri çok zordu hem de radyolojik olarak görüntülenmeleri ve tespit edilmeleri oldukça zordu. Bu konu çok önemli aslında, burada bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedefler daha net bir şekilde ortaya konmaya başlandı. Son yıllarda buna dayalı olarak da tedavide ciddi gelişmeler yaşandı.  Özellikle salgı fonksiyonunu yöneten bazı reseptörler var tümör hücrelerin yüzeyinde bunlara karşı geliştirilen ilaçlar var. Bu ilaçlar bu salgı bezlerinin, salgı yapan tümör hücrelerinin fonksiyonlarını bloke ediyorlar. Bunların da uzun etkilileri son yıllarda daha etkin bir şekilde kullanılmaya başlandı. İlk çalışma 2006 yılında ABD’de açıklandı, daha sonra arkasından ikinci bir ilacın büyük çalışması açıklandı. Bundan sonra artık bu ilaçlar rahatlıkla bu tümörü kontrol altına almada ilk basamak tedavi olarak kullanılmaya başlandı” şeklinde konuştu.


“Hedefe Yönelik İlaçlar Yaşam Sürelerini Önemli Oranda Uzattı”
Hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde hastalığın artık kontrol altına alınabildiğini ve hastaların yaşam sürelerinin anlamlı bir şekilde uzadığını belirten Prof. Dr. Metin Özkan şunları söyledi:  “Tanısal amaçla bazı testler yapılıyor. Bu reseptörlerin yoğunluğuna bakılıyor. Aynı zaman da patolojik incelemede bunların hızlı çoğalan mı yavaş çoğalan mı oldukları belirleniyor. Yavaş çoğalan cinslerinde daha etkin olduğu biliniyor, hızlı çoğalanlarda fazla etkinlikleri yok, o grupta kemoterapi kullanılıyor. Bunların ardından yeni dönemde akıllı ilaçlarda bu tümörlerde kullanıma girmeye başladı. Tümörün damarlanmasını azaltan ilaçlar tümörde büyüme yolaklarının alt gruplarına etki eden ilaçlar veya çoklu fonksiyon gören ilaçlar. Yani birkaç fonksiyonu bir arada gören ilaçlar bu hastalıkta kullanılmaya başlandı ve bu tedaviler ışığında artık daha etkin bir şekilde hastalık kontrol altına alınabiliyor ve hastalar daha uzun yaşayabiliyor.”

Hücrenin Yüzeyindeki Reseptöre Yapışarak Onu Tahrip Ediyor
En büyük problemin tanı koymakta yaşandığını söyleyen Prof. Dr. Özkan bu kanserin genellikle ilermiş dönemde yakalandığını belirterek, “Tanı koymada aslında fazla şansımız yok. Tümör salgı yapmıyorsa hastalık semptom vermiyorsa başka organa sıçradıktan sonra bize geliyor. O dönemde ilerlemiş oluyor ama bu tümörler yavaş seyirli olduğu için cerrahinin yine yeri var mesela tümör yükünü azaltan cerrahi. Tümörün hepsini çıkarmasanız bile önemli bir kısmını bile çıkarmak hastalığın kontrolüne katkı sağlıyor. ilaçların gidip bu tümör hücrelerini tahrip etmesi sağlanıyor. Tümörün üzerine yapışarak radyo terapiye, ışın tedavisine benzer etkinlik yapan moleküller yerleştiriliyor. Hastanın vücuduna verildiği zaman gidip hücrenin yüzeyindeki reseptöre yapışarak onu tahrip ediyor. Bunların hepsi hedefe yönelik tedavi olmuş oluyor. Bu kadar ileri evre olan kanserlerde uzun dönem yaşan şansı hiç yokken şuan çok ileri evre olmalarına rağmen hastalar 10 yıl, 5 yıl, 7 yıl yaşama şansı bulabiliyor” dedi.

“Bu Konuda Uzman Eksikliği Var”
Yaşanan en büyük sıkıntının ise özelleşmiş merkezler dışında bu kansere tanı konmasının zorluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, “En büyük sıkıntı burada oluşuyor. Bu tümörlerin tespitinde birileri bir şeyler görüyor gördükten sonra hastayı daha ileri merkezlere sevk ediyorlar. Gerek Türkiye’de olsun gerek dünyada olsun böyle özelleşmiş merkezler dışında bu hastalığa yaklaşımda çok fazla tecrübe yetersizliği var. Fakat biz Erciyes Üniversitesi olarak bu konuda referans merkezlerden birisiyiz” şeklinde konuştu.