HEKİMLER MALPRAKTİS KORKUSU İLE DEFANSİF TIBBA YÖNELİYOR

Son zamanlarda artan mediko-legal suçlamalardan dolayı cerrahların büyük çoğunluğu riskli ameliyatları uygulamaktan kaçınıyor. Çünkü bu tür büyük ve riskli ameliyatların komplikasyon geliştirme riski fazla olduğu için hastada olumsuz bir durum gelişmesi halinde yaptıkları cerrahi uygulamaların bilimsel olduğunu ve gelişen tıbbi sorunların acemilikten ve mesleki yetersizlikten değil de hastalığın gidişinden kaynaklandığını mahkemelerde ispatlamaya ve para cezası ödememeye çalışıyorlar. Bu sorun aslında hastaların aleyhine bir durum oluyor. Çünkü ilerleyen yıllarda belki de gerçekten riskli ameliyatları yapacak cerrah bulmada zorluk yaşanmasına neden olacak. 

ABD’de ve İngiltere’de yapılan bir araştırmada doktorların artık riskli ameliyatları yapmaktan kaçındığı ve hastaları tedavi ederken öncelikle kendilerini savunma psikolojisi ile gereksiz tetkiklere daha fazla başvurduğu gösterilmiş. Bu da sağlık hizmetlerinin maliyetinin artmasına sebep oluyor. Yine bu çalışma ile ilgili görüş bildiren bazı İngiliz cerrahlar müdahale edilmezse ölmek üzere olan hastalar için bunun ciddi bir sorun olacağını ve bu tür hastaların bundan zarar göreceğini ifade ediyor. 

Ülkemizdeki Sezaryen Oranlarının Yükselmesine Neden Oluyor
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekolojik Onkoloji bilim dalı öğretim üyesi ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Ankara şubesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Polat Dursun, konu ile ilgili şunları söyledi: “Ülkemizde sezaryen oranları kabul edilemeyecek oranda yüksek. Sağlık Bakanlığımızın bu oranları azaltmak için çalışmaları var. Ancak oranlar istenen düzeyde düşmüyor.  Medikolegal suçlamalar, ülkemizde artan sezaryen oranlarının da önemli bir sebebi, tabi ki artan sezaryen oranlarının tek sebebi değil ama önemli sebeplerden birisi. Çünkü normal doğuma bağlı anne ve bebekte gelişebilecek sorunlarda suçlanmamak için doktorlar artık daha kolay sezaryen kararı veriyor. Bu da ülkemizdeki sezaryen oranlarının yükselmesine katkıda bulunuyor . 

Vajinal doğum sırasında annede doğum kanalının yırtılması, vajinal yırtılmanın makata uzaması, idrar kaçırma, idrarın ve büyük abdestin vajinadan gelmesi, doğum sonrası kanamanın durmaması ve rahimin alınması gibi sorunlar olabiliyor. Bebekte ise doğum sırasında oksijensiz kalma, doğum kanalında takılma, kordon sarkması ve dolanması, bebeğin kalp atışlarının aniden azalması, köprücük kemiğinin kırılması, kola giden sinirlerde hasarlanma olması gibi  doğum eyleminden önce öngörülemeyecek ve önlenemeyecek bir takım komplikasyonların gelişme riski her zaman var. Bu risklerin birçoğu ancak sezaryen ile önlenebilmektedir. Vajinal doğumda problem olmadığında herkes mutlu fakat işler yolunda gitmediğinde ve söylediğim komplikasyonlardan herhangi biri geliştiğinde ise anne, babanın ve adli bir durum gelişmesi durumunda hakimin doktora sorduğu ilk soru, “Niçin sezaryene almadın?” oluyor. Bu korkulardan dolayı birçok kadın doğum doktoru artık daha kolay sezeryan kararı veriyor.

Malpraktis Suçlaması ile Yükselen Sezaryen
Malpraktis suçlaması ile yükselen sezaryen oranlarını azaltmanın en etkili yolu ise hekimlerin bu suçlamalara maruz kalmasını önleyecek yasal düzenlemelerin yapılması. Bilimsel bilgiler ışığında doktorun yaptığı işlemler sonucunda gelişen öngörülemeyen komplikasyonlar olması durumunda doktorun haksız tazminat suçlaması ile karşı karşıya kalmaması gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığımıza önemli bir görev düşüyor. Çünkü Bakanlık sezaryene negatif performans sistemi uygulamasına rağmen aşırı yüksek olan sezaryen oranlarını istenen oranda düşüremiyor.

Sağlık Bakanlığımız vajinal doğumu kendi koruması altına alıp oluşabilecek komplikasyon ve Malpraktis suçlamalarının sorumluluğunu yüklenmeli. Hekimleri normal doğum için cesaretlendirmeli. Aksi takdirde alacağı önlemler kabul edilemeyecek kadar yüksek olan sezaryen oranlarını azaltmaya maalesef yetmeyecek.

Bilimsel Bilgi Işığında Yapılan Tıbbi Uygulamalardan Ceza Alınmamalı
Avrupa’da birçok ülkede hekimler bilimsel bilgi ışığında yaptıkları tıbbi uygulamalardan dolayı ceza almazlar ve bu korku ile tıbbi bir karar vermezler veya Malpraktis söz konusu olsa bile bunu ya devlet veya oluşturulan sigorta fonları karşılar.

ABD’de kadın doğum doktorlarının yüzde 75’inin kariyerlerinin bir döneminde malpraktis suçlaması ile karşılaştığı rapor edilmiş ve bu sebeple doktorların bir kısmı riskli hastaları takip etmeyi bırakmış ve hatta bir kısmı da mesleğini bırakmıştır. ABD’de yayınlanan saygın bir bilimsel dergi olan American Journal of Obstetrics & Gynecology’de yayınlanan araştırmada, ABD‘deki malpraktis davaları artıkça ülkedeki sezaryen oranlarının da arttığı gösterilmiştir.

Bu suçlamalar nedeniyle doktorlar artık normal doğum takip etmek istemiyor veya daha fazla sezaryen yapıyor. Jinekolojik kanserlerde de benzer bir durumu görmekteyiz ve doktorların riskli kanser ameliyatlarını yapmaktan kaçındığını görmekteyiz.

İhtisas Mahkemeleri veya Malpraktis Değerlendirme Kurulları Kurulmalı
Mahkemelerimizin yükü çok fazla sadece sağlıkla ilgili komplikasyon ve Malpraktis uygulamalarının değerlendirildiği mahkemeler veya Malpraktis değerlendirme kurulları kurulmalı ve yargı süreci hızlandırılmalı. Uzmanlardan oluşan Malpraktis suçlamalarını değerlendiren bir komisyon kurularak bu tür davaların uzun yıllar sürmesinin önüne geçilmeli ve bu konu ile ilgili uzmanlaşmış bir kurulun karar vermesine olanak sağlanmalıdır. Aksi takdirde defansif tıp uygulamaları nedeniyle hem hastalar alması gereken sağlık hizmetini alamayacak hem de sağlık hizmetlerinin masrafı gün geçtikçe artacak. Saygın bir tıp dergisinde yayınlanan makalede defansif tıp uygulamalarının ABD’de her yıl sağlık harcamalarını milyarlarca dolar arttırdığı belirtiliyor.

Doktorlarında Mesleki Saygınlığı Zedelendiği Gerekçesi ile Dava Açma Hakkı Var
Haksız yere mediko-legal suçlamalara maruz kalan doktor motivasyonunu ve idealizmini yitiriyor ve riskli ameliyatlardan kaçınıyor. Hastaların bir kısmı komplikasyon gelişmesi durumunda bunu bir tehdit unsuru gibi kullanıyor ama unutulmamalıdır ki doktorların da mesleki saygınlığı zedelendiği gerekçesi ile dava açma hakkı var. Mahkemelerin bazı davalarda hükmettiği tazminat miktarlarını gördüğümüzde bu tazminat miktarlarını ortalama bir doktorun tüm meslek hayatı boyunca kazanması mümkün değildir. Bu da yeni nesil doktorlarda ümitsizlik ve başka alanlara yönelmelere yol açmaktadır.

İdealist ve Çalışkan Doktorlar Cerrahi Branşlar Yazmıyor
Tıpta uzmanlık sınavında artık idealist ve çalışkan doktorlar cerrahi branşlar yazmıyor. Artık çalışması daha kolay nöbeti olmayan ve Malpraktis suçlamasına maruz kalmayacakları branşları daha çok tercih ediyorlar. Eğer bu gidiş devam ederse, defansif tıp uygulamaları artacak hekimler riskli hastaları tedavi etmekten kaçınacak ve sağlık hizmetlerinin maliyetleri zamanla daha da artacak. Sağlık Bakanlığımızın bu konuda gerekli tedbirleri alması ve hekimleri koruyucu yasal düzenlemeleri yapması gerekiyor.”

Hiçbir Hekim Hiçbir Sebeple Hastanın Hayatına Mal Olacak Bir Durumda Görevden Kaçmayı Düşünmez
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Tamer Akça ise konu ile ilgili şu görüşleri paylaştı: “Defansif tıp, yani hekimin hastaya yapması gereken bazı tedavi girişimlerinden kaçınmak zorunda kalması maalesef son zamanlarda gündemde yer işgal eder hale geldi. Hiçbir hekim hiçbir sebeple hastanın hayatına mal olacak bir durumda görevden kaçmayı düşünmez. 

Geçmişte “paternalist” yani “babacıl” bir hekim imajı vardı insanların gözünde. “Sen ne dersen öyle olsun” derdi hastalar hekimine. Esasen bu yaklaşım gelişen insan hakları kavramının hasta hakları kavramını doğurduğu son yıllara kadar ülkemizde yaygın olarak geçerliydi. Ancak özellikle gelişmiş batı uygarlığının insanın kendisi ile ilgili kararları kendisi alması anlamına gelen “özerklik” kavramını geliştirmesiyle yavaş yavaş terk edilmekte. Artık hastalar hastalıkları ile ilgili bilgileri daha açık ve anlaşılır şekilde öğrenmek istiyorlar. Böylece tedavi sürecinde katılımcı bir rol oynayarak hekimi ile birlikte kararlara katılıyorlar. 

Senin Maaşını Ben Ödüyorum!
Modern dünyanın gereği olan “özerklik” kavramının tam anlamını bulabilmesi için hastanın bilmesi gereken bilgilerin tamamının anlayacağı bir dille kendisine aktarılması gerekiyor. Ancak bu yeterli değil. Hastanın da anlatılanları anlayacak entelektüel kapasiteye sahip olması gerek. Bu kapasite ise ancak eğitim ile olur. Bugün geldiğimiz noktada eğitim maalesef televizyonlarda, sinemalarda seyredilen yabancı dizi ve filmlerden alınıyor. Yani hastalar “özerklik” kavramını oluşturan dinamiklerden habersiz olarak “özerklik” kelimesinin içini boşaltıyorlar. Böyle olunca da “Senin maaşını ben ödüyorum” klişesi ortaya çıkıyor. Hasta bu kavram ile her türlü hakka sahip olduğuna kanaat getiriyor ve hekimi ile iletişimi başka bir alana kaydırıyor. Sonuçta her gün gazetelerde ve televizyonlarda ibretle izlediğimiz hekime şiddet görüntüleri ortaya çıkıyor. 

Herkes Kendi Adaletini Sağlam Peşine Düşüyor
Son zamanlarda toplumumuzda hızla yaygınlaşan “hekimi değersizleştirme” eğilimi, hekimi yıllarca edindiği bilgi ve tecrübesini hastasına aktarmak için gecesini gündüzüne katan insan konumundan, her istendiğinde darp edilebilecek veya öldürülebilecek bir memur konumuna çekti. Artık hekimi öldüren bir kişi medyanın sorularına gülerek “Benim böyle zevklerim var” diyebiliyor. Bu durumun sebebi öncelikle geçmişteki o Anadolu zarafetinden hızla uzaklaşıyor olmamızda, sonra da adalet kavramının içini boşaltmamızda. Oysa bir hekimin yaptığı girişimden dolayı gerçekten mağdur olan kişilerin başvuracakları yer adalet sistemi olmalı. Adalet sistemi de hem hastaya hem de hekime gerçek suçluyu ortaya çıkarıp ona hesap sorabilecek güçte olduğunu hissettirmek zorunda. Bütün bunlar olmayınca herkes kendi adaletini sağlam peşine düşüyor. 

Hekimlerin Rekor Tazminatlar Ödeyeceği Bir Demokles’in Kılıcı Halini Alacağı Endişesi
Defansif tıp uygulamalarının bir diğer önemli nedeni de; içeriği tam olarak bilinemeyen, halen uygulamaya girmeyen ve girdiğinde de nasıl uygulanacağı bilinmeyen Malpraktis yasası. Normalde hastaların hekimler tarafından mağdur edilme olasılıklarını en aza indirgeme amacıyla hazırlanan yasanın sonuçta sadece hekimlerin rekor tazminatlar ödeyeceği bir Demokles’in Kılıcı halini alacağı endişesi oldukça yaygın. Yasa yanlış kurgulanır ve yanlış uygulanırsa hekimlerin kazandıkları paralar ile bu cezaları ödemeleri olası değil. Öte yandan “Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası” da yine hekimin maaşı ile karşılayamayacağı kadar yüksek tazminatları öngörmekte. 
Tüm bu sebepler alt alta toplandığında zaman zaman hekimlerin bazı girişimleri yapmaktan kaçınmalarını anlamak zor değil. Tekrarlamak istiyorum, bu kaçınmalar asla bir hastanın hayatına mal olacak durumlar değildir, olamaz.”

Defansif Tıp Halk için Verilebilecek En Büyük Zarardır
Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Etik ve Hukuk alt grubu Başkanı Doç. Dr. İsmail Dölen, bu konuda şu yorumda bulundu: “Bir ülkede Defansif tıp uygulaması özellikle yüksek riskli hastalara verilebilecek en büyük zarardır. Ülkeler hekimlerin defansif tıp uygulamasına yönelmesini önleyecek tedbirler almalıdır. Hekimin etik ve yasal önceliği hasta yararıdır. Defansif tıp uygulaması, hekimi tıbbi etik prensiplerin ihlaline zorlarken sadece sağlık endüstrisine yararlı olmaktadır. Hasta, hekim, ülke ekonomisi ise ciddi zarar görmektedir.”