Mış gibi hayatlar yaşıyoruz. Seviyormuş gibi ilişkilerle, gülüyormuş gibi neşeli görünüyoruz. Böyle olunca da sevmekten de yaşlanmaktan da korkuyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz halde birbirimizle konuşmuyoruz, iletişimi ekranlar aracılığıyla yapıp, sınırlarımızı çizemiyoruz. Çoğunluk ne yaparsa düşünmeden sürünün bir parçası olmayı hemen kabul ediyoruz.
Kendimiz olmayı unuttuğumuz için biri ne yaparsa peşinden koşturuyoruz. Aynısı olmayı, onun gibi giyinmeyi, onun gibi konuşmayı istiyoruz. Oysa biz öyle düşünmüyorsak, neden kendimiz olmayı seçmiyoruz.
Eğer birileri çok başarılıysa hemen bacağından çekip aşağı indiriyoruz. Nitelikli iş yapanları istemiyoruz. Önemli olan mış gibi iş yapanlar olsun istiyoruz. Çünkü, nitelikli olursa bu kez eksikliklerimiz daha çok ortaya çıkar diye korkuyoruz. Aslında her şeyden korkuyoruz.
İşte bu savaş meydanında fark etmeden her gün savaşıyoruz. Savaşmaktan yaşayamıyoruz. Yaşayamadığımız için de her alınan yaş, her beyaz tel saç, yüzdeki her çizgi hüzünlendiriyor. Sevgiyi yapay olarak elde etmeye çalışıyoruz. Çünkü, sevmesini de sevilmesini de bilmiyoruz.
Eğer genç kalmazsak, sevgilimiz başkasına gider diye korkuyoruz. Zaten kimi hedefsiz gençlerin derdi para olunca bu kez hiç tanımadığımız gençlerle savaşıyoruz. Yorgun düştüğümüz hayatta güvenecek omuz ararken, her defasında sırtımızdan darbe alıyoruz. En güvendiklerimizin aslında en çok kıskananlarımız olduğunu fark etmiyoruz.
Kendimizle savaşıyoruz. Genç kalmak, her şeye yetmek, etrafa sürekli olumlu görünmek için savaşıp duruyoruz.
Aslında hayat çok basit, biz zorlaştırıyoruz.
Yaşımızı sevmek için önce yaşadığımızı hissetmeliyiz.
Yaşadığımızı hissetmek için önce kendimizi sevmeliyiz.
Kendimizi sevmek için önce sevdiğimiz şeylere zaman ayırmalıyız.
Sevdiğimiz şeylere zaman ayırmak için çevremizde temizlik yapmalıyız.
Çevremizdeki temizliğe başlamak için önce kıskanç, iftiracı ve kötü niyetlileri çıkartmalıyız.
Kötüleri çıkartmak için önce kendi maskemizden kurtulmalıyız.
Sonra her anımızı planlarken, günlük yürüyüşlerimiz, kitaplarımızın arasında geçirdiğimiz süre, tuttuğumuz günlük, yarışarak değil yaşayarak her anın tadını çıkartarak günlerimizi geçirmeliyiz.
İşte o zaman doğum günlerinin gerçekten anlamı olacak. Bağımlılıklardan kurtulup, çevremizi saran sürünün parçası olmaktan kurtularak, şu anda kendimiz için bir şeyler yapmalıyız. Kahve mi seviyoruz yoksa çay mı? Müziklerden latin mi severiz pop mu caz mı? Filmlerin hangisi gerçekten bizim en sevdiğimiz? Şımartalım kendimizi, o zaman dünya da yaşam da başka güzel gelecek. İşte o zaman yaşayacağız. Korkularımızın üzerine gitmekten sakın korkmayalım. Çünkü kazananı şimdiden belli, biz!