Stresine Sahip Çık kitabının yazarı Psikolog Serap Duygulu, stresin başımıza gelen olaylardan daha çok bizim o olaylara verdiğimiz tepkilerden oluştuğunu söylüyor.
Stresin negatif olarak algılandığını ve bunun motivasyon düşüklüğüne yol açtığını söyleyen Psikolog Serap Duygulu, olaylara bakış açısının değiştirilerek stresin yönetilebildiğini savunuyor. Bir insanı depresyona sokan bir olayın diğer bir insan için günlük hayatın olağan bir getirisi olduğunu kaydeden Duygulu, “Bir insan için stres yaratan durum bir başkası için ulaşılması gereken bir hedef olabiliyor” diye konuştu.
Psikolog Serap Duygulu, Stresine Sahip Çık kitabı ile ilgili soruları yanıtladı.
Stresimize nasıl sahip çıkacağız?
Stresin başımıza gelen olaylardan daha çok bizim o olaylara verdiğimiz tepkilerden oluştuğunu bilerek. Çünkü bu bilinç, durumları ve olayları yeniden değerlendirmemiz anlamına geliyor. Bu durumda stresi var olan bir duygu ya da durum olarak görmekten sıyrılıp, tamamen verdiğimiz fiziksel ve duygusal tepkilerden kaynaklandığını da anlayacağız.
Stres pişmanlık ve keşkelerin birikimi midir?
Tam olarak böyle bir şey söyleyemeyiz ama geçmişte yapmak isteyip yapamadıklarımız, yıllar ilerleyip de yaş, hastalıklar, geç kalmışlık gibi bazı sebeplerle kıstlanmaya başladığımızda üzerimizde gerginliklere yol açabilir ve bu durum sürekli bir stres faktörü olabilir.
Stres iyi midir kötü müdür?
Doğada her şey zıttıyla ve karşılığıyla vardır. Tıpkı gece-gündüz, siyah-beyaz, kadın-erkek, ölüm-yaşam, varlık-yokluk, iyi-kötü gibi. Dolayısıyla stres aynı anda hem iyi, hem de kötü olabilir. Eğer stres durumunu yönetebiliyorsanız stres sırasında salgılanan hormonlar olaylara ve sorunlara odaklanmanızı ve çözümler üretmenizi sağlayabilir, vücudunuzun savunma sistemi yenilenir, bağışıklığınız güçlenir, direnciniz artar. Bu stresin iyi yüzüdür.
Ancak stres kronikleşirse, yani uzun sürer ve siz aşamazsanız o zaman da stresin kötü yüzü ortaya çıkar ve direncinizi yitirirsiniz, savunma sisteminiz çöker. Böylece hastalıklara karşı savunmasız hale gelirsiniz. Bu da bir süre sonra sizi geri dönülemez noktalara getirir.
Evlilikte stres nasıl dengelenir? Eşiniz hatasını kabul etmezse? Bencil davranış sürerse nasıl davranılmalı?
Evlilik başlı başına bir stres faktörü olabilir, eğer doğru insanla başlamamışsa. Bazen doğru insanla da olsa eğer tutumlar doğru değilse, sağlıklı iletişim kurulamamışsa ilişkide stres bir türlü yok edilemez, dengelenemez. Kaldı ki hatasını kabul etmeyen bir eşle de sağlıklı bir evlilik yürütülemez. Kişiler evlenmeden önce aslında birçok aşamayı atlayıp doğrudan evliliğe yöneliyorlar. Oysa sorulacak çok doğru bazı sorular vardır. Niye evlenmek istiyorum, bu kişi gerçekten evlilik için uygun mu, biz birbirimizin tahammül sınırlarını ve hassasiyetlerini biliyor muyuz? Onu iyi anlıyor muyum ya da beni anlayabiliyor mu?
Bu tip pek çok soru sorabiliriz. Benim hep vurguladığım bir nokta vardır: Evlilik iki kişinin bir kişinin isteklerine ve beklentilerine göre yaşaması değil, iki kişinin bir arada yaşama becerisidir. Ayrıca evliliklerde; “Sevgi, Saygı, Sorumluluk, Sadakat ve Samimiyet”ten oluşan 5 S kuralını unutmamak lazım.
Taraflardan birinin mutsuz olduğu, kendisini baskı altında hissettiği evlilikler sağlıklı evlilikler değildir. Bir ilişki yürümüyorsa yürümüyordur, zorlamanın, bazı gerekçeler öne sürüp devam etmenin anlamı yok, bir an önce bitirip herkes kendi hayatına devam etmelidir. Böylelikle en az düzeyde hırpalanıp, en az düzeyde zarar görürler.
Süper anne ve eş olan kadın ne yapmalı?
Modern hayatla beraber kadınların iş hayatında daha fazla yer almalarıyla beraber ortaya çıkan en önemli sorunlardan biri bu. Kadınlar aynı zamanda küçülen aile yapısıyla beraber iyice yalnızlaştılar. Eski büyük aileler yerini anne baba ve çocuktan oluşan çekirdek ailelere bırakınca ve kadın aynı zamanda iş hayatına atılınca, doğal olarak tüm sorumluluklar kadının omuzlarına yüklendi ve her şeye tek başına yetişmeye çalıştı. Bir de eşlerinin kadınları kendi anneleriyle ve o annelerin fedakarlıklarıyla kıyaslamasıyla beraber kadınlar müthiş bir yetersizlik duygusuna kapıldılar. Her şeye tek başına yetişmeye çalışan ve bu uğurda kendinden fedakarlık eden kadınlara dönüştüler. Oysa geçmişteki anneler sadece evle ve çocuklarla ilgileniyorlardı. Günümüzde anne baba tutumları da değişti, çocuk merkezli aileler olduk. Her şeyimiz çocukların derslerine, sınavlarına, okullarına göre programlanıyor. Bütün bunların üstüne bir de teknolojinin hızını eklediğimizde her şeyin hızla aktığı bir dünyada hızla yapılması gereken işlerin ağırlığı altında ezilen kadınlar görüyoruz. Oysa asıl şimdi işleri ve sorumlulukları paylaşmak gerek. Bazı işleri ertelemek, oluruna bırakmak, hatta ağırdan almak daha doğru olur. Çünkü unutulmaması gereken şey şu ki, asıl ertelenemez olan “Hayat”tır.
Çalışan anne suçluluğu nasıl aşar?
Çalışan annenin de bir robot olmadığını bilmek lazım. İşten eve geldiğinde hem ev işleri, hem çocuk bakımı, çocukların olan sorunları ve ödevleri sadece annenin meselesi değildir. Babalar da en az anne kadar sorumludurlar ve sorumluluk almak zorundalar. Günümüzde X nesli olarak bilinen kuşağın bir bölümü ile Y nesli olarak bilinen 1980 sonrası doğan kuşağın erkekleri ailede sorumluluğu paylaşma konusunda daha bilinçliler ancak yine de tam anlamıyla kadının üzerinden yükü aldıklarını söylemek mümkün değil. İşlere yetişememek, işleri yapmamak ya da ihmal etmek anlamına gelmiyor. Dolayısıyla iş yükünü dağıtmak, paylaşmak ve gerekirse diğer aile bireylerinden de destek almak çok önemli. Günümüzde sadece kadınların ve annelerin değil, neredeyse çalışan bütün bireylerin işlerini yetiştirmekte zorlandığını bilmek gerekiyor. Bu kişisel bir yetersizlik değil, modern hayatın getirdiği hızdan kaynaklanan bir sorunlar bütünü. Bu hız o kadar korkutucu bir hal aldı ki, bunun farkına varan bazı ülkeler de ‘Yavaş Şehirler’ oluşturuldu. Hayatı daha sakinleştirmeye ve teknolojinin hızına kapılıp gitmeye engel olmak amaçlı bir projedir bu. Bizim de kişisel olarak yapmamız gereken budur: İşleri böl, dağıt ve kendine de zaman ayır. Çünkü kendisi için enerji üretemeyen insanın başkasına ayıracak enerjisi de kalmaz.
Strese karşı zamanı nasıl yönetiriz?
Klasik bir cevap olacak belki ama zamanı iyi ve doğru kullanarak ve programlayarak. Gün içinde o kadar gereksiz işler için o kadar fazla zaman harcıyoruz ki inanılmaz. Oysa malum çağımız hız çağı. Modern hayatın en büyük dayatması buysa, o zaman gereksiz zaman kayıplarına karşı o kaçakları durdurmak gerek. Örneğin hepimizin bildiği gibi büyük şehirlerin trafik sorunu var. Bunu bile bile gideceğimiz yere ulaşmak için 15 dakika daha erken çıkmak varken, bir türlü toparlanamayıp son anda yola çıkarsak ve trafikte takılıp kalırsak bu gecikmenin sorumlusu trafik değildir. Kendimizi kandırmayalım. Dolayısıyla zamanı yönetmek için önce kendimizi ve sorumluluklarımızı yönetmeyi bilmek gerekir.
Stresi nasıl yönetebiliriz?
Öncelikle, stresin bizim bakış açımızla, tutumlarımızla ve olayları algılayış biçimimizle ilgili olduğunu bilmek gerek. Bir insanı depresyona sokan bir olay diğer bir insan için günlük hayatın olağan bir getirisi oluyor. Bir insan için stres yaratan durum bir başkası için ulaşılması gereken bir hedef olabiliyor. O zaman bu kadar kişiye göre değişen bir durumdan bahsediyorsak kişinin kendi içinde değişimi strese bakışı ve verilen tepkileri de değiştirecek demektir. Bizim toplumumuz genellikle olumsuz motivasyon odaklı bir toplum. Mağdur olmayı seviyoruz bir anlamda. Çünkü mağdur olduğumuzda ilgi görüyor, destek buluyoruz. Bu kazanımdan dolayı da sürekli bir melankoli ve mutsuzluk hali genel tutumumuz olmuş durumda.
Demek ki öncelikle biz stresten kazançlı mıyız ve aslında “stresimizi yenmek ya da yönetmek istiyor muyuz” sorusunu yanıtlamak gerekiyor.
Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Yıllardır bize bir öcü gibi sunulan stresin aslında olaylara bakış ve tutumlar bütünü olduğunu anlatmak ve eğer doğru kullanıp yönetebilirsek bu stres denen duygu ya da durum sırasında salgılanan hormonların ne büyük bir güç olduğunu, hatta bizim yaşamsal enerjimiz olduğunu aktarmak amacıyla yazdım. Mesela hamileliği sırasında ortalama düzeyde stres yaşayan annelerin bebeklerinin diğer bebeklere göre daha dirençli ve bağışıklık sistemi güçlü bebekler olduğu anlaşılmış. Bu da gösteriyor ki tek başına stres kötü değil, strese yüklediğimiz anlamlar kötü. Yani dozu ve düzeyi önemli. Örneğin bugün haşhaş bitkisinden elde edilen Afyon uyuşturucuların hammaddesi. Ama aynı Afyon ilaç sanayinin ve tıbbın da vazgeçilmezi. Şimdi tek başına Afyon için kötüdür ya da iyidir diyebilir miyiz? Stres de böyledir. İyi veya kötü olması sizin onu nasıl algıladığınızla doğru orantılıdır. Bu bilgileri paylaşmak kitabımı yazmaktaki en büyük etken oldu.
Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Ben kitabımı yazarken büyük heyecanla ve mutlulukla yazdım. Umarım okuyucular da aynı duyguları yaşarlar. Çünkü bilinen ve savunulan genel görüş, ‘Stres kötüdür’ söylemine tam ters bir görüşle yazdım ve günlük hayat içinde karşılaşılan sorunlara örneklerle çözüm önerileri sunmaya çalıştım. Klasik önermelerden farklı bir yol ve yöntem izlemeye özen gösterdim. Ve inanıyorum ki okuyucular, kitabımdaki önerileri uyguladıklarında çok olumlu sonuçlar alacaklar.
Tekrar vurgulamak isterim ki Stres tek başına bir durum değildir, yaratılan ve oluşturulan bir durumdur. Sizi nasıl etkileyeceği ise siz onu nasıl algılarsanız öyledir.
Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi?
Benim tüm danışanlarıma da önerdiğim birkaç kitap var:
İlki; Hatalı Alanlarınız, yazarı Dr. Wayne Dyer.
İkincisi de İyi Hissetmek kitabı, yazarı; David Burns
Müzik kişiye ve zevklere göre değişir. İyi hissettiren her tür müziği tavsiye ederim.
Film olarak Schindler’in Listesi, Rain Man, İnception, Matrix önerebileceğim filmler.
Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberciliği sağlık ve insanı buluşturan en önemli alanlardan birisi. Bu alanda da bu konuda deneyimli, yeterli ve alandan gelen insanların olması çok önemli. Sağlıkla ilgili en ufak bir bilgisi ya da eğitimi olmayan insanların olur olmaz konuları yazması, haber adı altında paylaşması inanılmaz büyük tehlikelere yol açabiliyor. Günümüzde bütün bilgiler bir tık ötemizdeyken, her tür doğru ya da yanlış bilgiye saniyelerle ulaşabiliyorken, sağlık haberciliğinin önemi daha artmış durumda. Ben kendi adıma bir sağlık haberini okurken öncelikle haberi hazırlayanın kimliğini ve bu konudaki eğitimini dikkate alıyorum. Tüm danışanlarıma ve okuyuculara da bunu öneriyorum.
Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir?
İletişim bizim diğer insanlarla olan ilişkimizi belirleyen en önemli araç. Bu aracı kullanırken kendimizi doğru ifade edebilmek ve doğru algılamak da ayrıca çok önem taşıyor. Sağlıklı iletişim ise sağlıklı düşünen ve algılayan, iletişime açık insanlar arasında kurulur. Sağlıklı iletişimin bana göre olmazsa olmazı, Empati’dir. Yani karşınızdaki insanın duygularına ve düşüncelerine duyarlı olmak, onun penceresinden de durumu değerlendirmeye çalışmak. Çünkü maalesef günümüz insanı olarak ‘önce ben’ demeye başladık. ‘Başkaları’nın da olduğunu unuttuk.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimden bahsetmeyi çok sevmiyorum. Kişiyi anlatan yaptıklarıdır görüşüne inanırım. Kısaca çok okur, yazar, tarihi ve edebiyatı sever diyebilirim. Hürriyet Aile ve Anne Bebek dergisinde köşe yazarıyım. Psikolog ve Sosyolog olarak bireysel ve kurumsal danışmanlık yapıyorum. Eğitimler ve seminerler veriyorum. Psikoloji ve Sosyoloji dışında ayrıca Türk Dili Edebiyatı ve Kamu Yönetimi eğitimi aldım. Şimdi ikinci kitabımı yazıyorum.