SAĞLIK HABERCİLİĞİNE YÖN VERENLER
Sağlık iletişimi ve mobil sağlık uygulamaları üzerine çalışmalarını sürdüren Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Programı Öğretim Görevlisi Seray Öney Doğanyiğit, “Sağlık iletişimi çok paydaşlı ve koordineli bir iletişim yaklaşımını gerekli kılar. Ne yazık ki küreselleşme ile birlikte bu ideali toplum sağlığı açısından tam olarak gerçekleştirebilmek mümkün olmasa da, bireylere kendi sağlıkları konusunda bilinç kazandırarak ve onları güçlendirerek, bu açığı kapatabilmenin olası olduğunun inancındayım” dedi.
Sağlık İletişimi’ ni halkla ilişkiler çalışmaları içerisinde diğer disiplinlerden ayıran en büyük fark “Davranış Değişikliği Yaratmayı “ amaçlamasıdır. Bu nedenle sağlık iletişimi başlı başına kendi kuramları ve metotları olan bir disiplindir. Mobil sağlık uygulamaları da bu alanda yapılan çalışmaları desteklemek amacıyla, önümüzdeki dönemlerde daha sık gündeme gelecek. Sağlık iletişimi ve mobil sağlık uygulamaları üzerine çalışmalarını sürdüren Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Programı Öğretim Görevlisi Seray Öney Doğanyiğit, konu ile ilgili şunları söyledi: “Türkiye’de Sağlık İletişimi çalışmalarına baktığımızda, tarihçesi Cumhuriyet döneminin ilk bakanı Refik Saydam döneminde yapılan veremle ve sıtma ile mücadele çalışmalarına kadar uzanmaktadır. İzmir Veremle Mücadele Cemiyeti’nin verem konusunda yaptığı bilinçlendirme çalışmaları ve yine bu dönemde Türkiye’de başlatılan sıtma mücadelesi, bugün sıtma ve veremin bulaşıcı hastalık olmamasına ve halkın korunmasına yönelik yapılan önemli sağlık iletişimi faaliyetleridir.
Devamında 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm programı kapsamında kanser, sigarayı bırakma ve HIV/AIDS gibi hastalıklar konusunda farkındalık kampanyaları, sağlık iletişiminin doğasına yakın yapılmış kamuyu bilgilendirici çalışmalardır. Ama “Sağlık İletişimi” disiplini ülkemizde sağlığa yapılan yatırımların artmasına paralel olarak gerçek anlamda son yılarda konuşulmaya başlandı. Özellikle sağlık çalışmaları; doktor-hasta-hastane üçgeni içerisine hasta yakını, sivil toplum örgütleri, medya, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşları hatta teknolojiyi de dahil ederek çok paydaşlı bir alan olmaya başladı.
Sağlık İletişimi “Davranış Değişikliği Yaratmayı “ Amaçlar
Halkla İlişkilerin sağlık alanında uzmanlaşmayı desteklediği Sağlık İletişimi , kendi başına kuramları ve stratejileri olan ve özellikle hassasiyetle çalışmayı gerektiren interdisipliner bir alandır. İnterdisiplinerdir, çünkü Sağlık İletişimi’ni halkla ilişkiler çalışmaları içerisinde diğer disiplinlerden ayıran en büyük fark “Davranış Değişikliği Yaratmayı “ amaçlamış olmasıdır. Yani sağlığın korunmasına yönelik farkındalık kampanyalarında, sigarayı bırakmadan, alkol ve uyuşturucu bağımlılığını yok etmeye ya da diyabet, tansiyon gibi kronik hastalıklarla baş ederken daha kaliteli yaşamaya yöneltecek bilinci oluşturmak, sağlık iletişimi disiplininin ana alanlarıdır. Dolayısıyla pozitif davranış değişikliğine yönlendirmede gerekli ikna ve iletişim stratejilerini kullanırken sosyal psikoloji kuramlarından ya da o toplumun kültür ve değerlerini doğru anlayıp, buna göre iletişim stratejileri oluştururken de sosyal antropoloji biliminden yararlanır. CDC (Center for Disease Control and Prevention ) sağlık iletişimini, “Sağlığı geliştirmek, kişilerin ve toplumun sağlıkla ilgili kararları üzerinde etkili olmak ve bilgilendirmek için iletişim stratejilerinin incelenmesi ve kullanımı” olarak tanımlamaktadır. Yani hedef her zaman sağlığın geliştirmesi ve sağlıklı bir yaşama teşvik edici (health promotion) yaşam tarzlarının benimsenmesini amaçlamak olmalıdır.
Sağlık İletişimi Çok Paydaşlı Ve Koordineli Bir İletişim Yaklaşımını Gerekli Kılar
Sağlık İletişimi disiplini içerisinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; sağlık paydaşlarının, kamu sağlığı çıkarını gözetecek çalışmalar yapması gerekliliğidir. Kamu sağlığı çıkarından kastım, kişinin sağlığını güçlendirmesini sağlayacak koşulların sadece fizyolojik olarak sağlanması değil, zihinsel ve sosyal yönden de tam olmasını sağlayan koşulları hazırlıyor olmaktır. Bu açıdan baktığınızda daha sağlıklı bir toplum oluşturabilmek, sadece fizyolojik destek sağlayacak olan sağlık kurumlarının görevi değil, aynı zamanda oturduğunuz çevre düzeninin sağlıklı yaşam koşullarına uygun olmasını (yeşil alan vs.), eğitim aldığınız okulların sağlık bilinci yaratacak sisteme sahip olmasını (sağlık eğitimi vs.), ya da aldığınız gıdanın sağlıklı (doğal ya da organik) koşullarda üretiliyor olmasını sağlamaktır. Bu yüzden sağlık iletişimi çok paydaşlı ve koordineli bir iletişim yaklaşımını gerekli kılar. Ne yazık ki küreselleşme ile birlikte bu ideali toplum sağlığı açısından tam olarak gerçekleştirebilmek mümkün olmasa da, bireylere kendi sağlıkları konusunda bilinç kazandırarak ve onları güçlendirerek, bu açığı kapatabilmenin olası olduğunun inancındayım.
Sağlık İletişimi ile Sağlık Hizmetleri İletişiminin Birbirinden Ayrılması Gerekli
Sağlık İletişimi disiplini içerisinde dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta, “sağlık iletişimi” ile “sağlık hizmetleri iletişimi”nin birbirinden ayrılması gerekliliğidir. Sağlık iletişimi disiplini ,sadece kamunun çıkarını gözetecek çalışmaları yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu işin en büyük paydaşları Sağlık Bakanlığı, STK’lar, Hasta, Hasta Yakınları ve Sağlık Çalışanları olmalıdır. Dolayısıyla bir hastanenin ya da bir ilaç firmasının kendi reklamını ya da kendi itibarını gözetecek tanıtım ya da pazarlama çalışmaları yapması sağlık iletişimi olarak değil, sağlık hizmetleri iletişimi olarak adlandırılmalıdır. Çünkü ne olursa olsun elbette bu kurumların ticari kaygıları olacaktır ve her zaman hasta çıkarını gözetmeleri mümkün olmayabilir. Ama kamunun faydasına yönelik oluşturulmuş kampanyalarda, elbette hizmet sponsorları olarak yer alabilirler ki o zaman bir sağlık iletişimi çalışmasının içerisine dahil olurlar.
Sağlık Hizmeti Veren Kuruluşlar, Hasta Odaklı Stratejileriyle Hastayı Güçlendirmeyi Hedeflemelidir
Sağlık İletişimi alanı, sağlığın korunması ve teşvik edilmesi (health promotion) konularında kamu bilinci yaratmak ve davranış değişikliği oluşturmak hedefiyle yapılan çalışmaları kapsamaktadır. Bu çalışmalar; sağlık sorunu ortaya çıkmadan önce, sorunun sebebini önlemek veya insanlar dâhil olmadan gidişatını değiştirmek olabildiği gibi, sağlıksız kararlar alan ve belki de hastalık sürecinde yeti yitimi gibi erken belirtiler gösteren bireyler arasındaki sorunlu davranışlara müdahale etmekte olmaktadır. Örnek olarak, tütün kullanan bireylere yönelik sigara bırakma programları veya fazla kilolu ve hareketsiz bireyler için fiziksel aktivite ve beslenme programları verilebilir. Ya da bu çalışmalar, kronik hastalıkları olan bireylerin yaşamlarını da iyileştirebilen uygulamalarda olabilmektedir. Örnek olarak kanserden kurtulmuş veya HIV/AIDS’li bireylerin yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik programlar verilebilir. Bu çabalar; merkezi hastaya alarak, sağlık hizmeti veren tüm kamu, kurum ve kuruluşların sorumluluğunda olmalıdır. Sağlık hizmeti veren kuruluşlar, hasta odaklı stratejileri ile hastanın tedavi sürecine, sağlık personeli ile birlikte daha fazla katılımcı olmasını sağlayarak, hastayı güçlendirmeyi hedeflemelidir.
Ayrıca ideal bir sağlık iletişimi çalışması içerisinde olması gereken ama bizim ülkemizde üzerinde durulmayan diğer bir nokta hastalık stigmatizasyonu (hastalığın yaftalanması) çalışmalarıdır. Bazı hastalıklar vardır ki halen ülkemizde konuşulabilmesi çok güçtür ve buna sahip olan hastalar toplum tarafından doğru bilinçlendirilmediği için dışlanmaktadır. HIV/AIDS, Hepatit B ve C ya da Sedef Hastalığı bunlara birkaç örnektir. Bu hastalığa yakalanan insanlar toplumda dışlanma korkusundan hastalıklarını söyleyememekte ya da adlandıramamaktadırlar. Örneğin sedef hastalığı bulaşıcı bir hastalık olmamasına, bir deri hastalığı değil de bir bağışıklık sistemi hastalığı olmasına rağmen, bu hastalığa sahip olan insanlar yanlış bilinçten dolayı iş yerlerinde bile zor çalıştırılıyorlar. Ya da Hepatit konusunda bilinçlendirici bir kampanya yapmak için ünlü bir isim arayışına girdiğimiz de, bu hastalığa yakalanmış toplum önderliği yapacak bir ünlüyü bulmanız çok zorlaşıyor. Bu konuda ülkemizdeki kanser konusunda çalışmalar nispeten daha iyi bir noktaya gelmiş durumda. Bunda kamunun ve medyanın yanında hasta derneklerin çalışmalarının etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Bu kurumlar kısıtlı bütçeleri ile hala karış karış okulları gezip meme kanseri konusunda genç kızlarımızı ve annelerimizi bilgilendiriyorlar. Yine birçok ünlümüzde bu alana farkındalık yaratmak amacıyla öncü ve motive edici konumda oldular. Biz hastalık stigmatizasyonu ve farkındalığı ile ilgili geçen sene gündemimize Sedef hastalığını alarak bir sağlık iletişimi kampanyası başlattık. Sedef Hastaları ve Dayanışma Derneği ile beraber 2014 yılı başından sonuna kadar, hem geleneksel hem de yeni medya araçlarını kullanarak bu hastalığın bulaşıcı olmadığı konusunda bir bilinç yaratmayı hedefledik. Bu kampanyalar çok fazla paydaş katılımı ile sürdürülebilir olmalı ki bu hastalığa karşı toplum tarafında davranış değişikliği yaratabilmekte kalıcı olsun. Ne yazık ki tek başına derneklerin bu durumla başa çıkması mümkün değil. Bu yüzden sağlık iletişimi içerisinde hasta derneklerini paydaş olarak özel ve önemli bir yere koyuyorum.
Herhangi Bir İletişim Planı Çizerken ilgili Kurum ya da Kişi Bu İşin Etiğini Her Türlü Boyutuyla Düşünmelidir
Sağlık iletişiminde en dikkat edilmesi gereken nokta tüm paydaşların kamu sağlığına uzun vadede zarar verecek çalışmalardan kaçınmaları gerekliliğinin bilincinde olarak sorumlu davranmalarıdır. Herhangi bir iletişim planı çizerken, bu işin etiğini her türlü boyutuyla düşünmelidir. Aynı zamanda hekim, firma, özel kurum, pr temsilcisi, basın birimleri ve diğer paydaşlar, sağlık konusunda oluşabilecek her türlü krize ya da riske karşı kriz iletişimi ya da risk iletişimi stratejilerini içeren bir ajandaya sahip olmalıdırlar. Bu konuya, ülkemizde 2007 yılında oluşan kuş gribini örnek vererek açıklık getirebiliriz. Tam bir kamu sağlığı tehdidi oluşturan kuş gribi, o dönem gıda firmalarının, sağlık kuruluşlarının ve medyanın en önemli gündemi idi. Bu tür kamu sağlığı konusunda uzun vadede ciddi zararlara neden olabilecek salgın hastalık durumlarında, başta kamu kurum ve kuruluşları ile yine konuya muhatap kalacak diğer kuruluşların önlem alan stratejiler geliştirmesini faydalı buluyorum. Bu acil durum stratejileri, iletişim kanallarını riskli ya da krizli durumlarda nasıl açık tutmaları gerektiğinden, kamuya yönelik bilgilendirici ve panik yaratmayı önleyici içerikler sunmaya hatta kriz sözcülerinin doğru seçilmesine kadar çok kapsamlı bir alanı kapsamaktadır.
Davranış Değişikliğini Pozitif Bir Davranışa Yönlendirmek İçin “Korku Faktörü” Kullanılmaktadır
Sağlık İletişimi kampanyalarında tüm dünyada ve kısmen de ülkemizde olduğu gibi insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen davranış değişikliğini pozitif bir davranışa yönlendirmek için “korku faktörü” kullanılmaktadır. Sağlıkla ilgili oluşturulan bu tür kampanyalarda, insanlardan keyif aldıkları ya da kendilerine zarar veren bağımlılıkları bırakmaları istenir ve bu amaçla da korku faktörü kullanılır. Örneğin; sigara bırakma kampanyalarında, sigara paketlerinin üzerinde “Sigara Öldürür” gibi ibareler ya da akciğer kanserine yakalanmış bir hastanın katranlı akciğer görüntüsü buna örnek olabilir. Ama araştırmalar göstermektedir ki, bu tür korku faktörünün yoğun kullanıldığı dil ya da görsel anlatımlar yerine korku faktörünün daha kontrollü kullanıldığı kampanyalar daha faydalı olmaktadır. Kişiye sigarayı bırakmasına yönelik kendi kültürel, sosyal ve bilişsel değerlerini güçlendirmeye yönelik pozitif mesajların verilmesi daha doğru olacaktır. Örneğin, bir kamu spotu reklamında sigaradan gırtlak kanserine yakalanmış bir bireyin hikâyesini anlatmak yerine, torununu göremeyecek olan ya da sigara kokusundan dolayı evladını sevemeyen bir insanın hikâyesini anlatmak daha etkili olacaktır. Çünkü biz toplum olarak aile değerlerine önem veriyoruz. Ayrıca kimi zaman kendimiz için yapamadığımız bir şeyi ailemiz için fedakârlık duygusuyla yapabilmeye yatkınız. Bireyi manipüle etmeden, bu tür güzel değerleri pekiştiren pozitif mesajların ve görsellerin daha etkili olacağını düşünüyorum.
Geleneksel Medya Tek Taraflı İletişime Olanak Sağlayan Bir Mecra Ve Bireye Etkileşim İmkanını kısıtlı Sunuyor
İnternet ve yeni medya sağlık enformasyonu edinme biçimlerini ve hasta-hastane-doktor üçgeninde de teşhis, tedavi ve takip süreçlerini de değiştirmeye başladı. İnsanlar doktora gitmeden önce hastalıkları hakkında bilgi almak ve doktor ilaç yazdıktan sonra ilacı almadan etkilerini anlamak üzere internete başvuruyor. İnternette doktora gitmeden önce teşhis sürecinde doktor ve hasta arasında iletişim sağlayan hekim siteleri ya da hastaların hasta gruplarına katılarak deneyim ve motivasyon elde etmek üzere sosyal medya ve bloglar üzerinden iletişim kuruyor olmaları, teknolojinin gelişmesi ile birlikte iletişimi yeni bir kamusal alana doğru taşımaktadır. Bu yeni kamusal alan kendi dili, kendi sembolleri olan yeni iletişim biçimlerinin oluştuğu bir alan. Bir iletiden hoşlandığınızda “begen”diğiniz, desteklediğinizde paylaşıma sunduğunuz, 140 karakterle ve kısaltmalar ya da gülücüklerle kendinizi ifade ettiğiniz bir alan. Ben özellikle bu tür çoklu mecraların doğru kullanıldığında çok etkili olduğunu düşünüyorum. Bir sağlık kampanyası oluşturduğunuzda geleneksel medya araçlarının (tv, radyo, gazete) yanında sosyal medya araçlarının kullanılmasının verdiğiniz mesajları pekiştirdiğini düşünüyorum. Çünkü geleneksel medya tek taraflı iletişime olanak sağlayan bir mecra ve bireye etkileşimi kısıtlı tutan bir alan. Siz etkiyi ancak reytinglerden ve tirajlardan ölçebiliyorsunuz. Ama sosyal medya, enformasyonu sunarken etkileşime olanak sağlayan ve geri bildirim imkânı sunan bir mecra. Bu anlamda doğru kullanıldığında, hasta iç görülerini ve ihtiyaçlarını daha hızlı gözetebilip buna göre hizmet sunabileceğiniz bir alan.
Sağlık Okuryazarlığını Artıracak Denetimli ve Kaynağı Güvenilir Web Siteleri Sunulmalı
Tabi ki denetim mekanizmaları gelişmediğinden bir o kadar da riskli bir alan. Ama geleneksel medyada bile çokça kirli enformasyon ve dezenformasyona maruz kalabiliyorken, kişi neye inanacağını bilemiyor hale geliyorken, yeni medyada da bunların olması çok olası. Dolayısıyla burada mecralardan çok kişiye ve kurumlar itibar etmek önem arz ediyor. Bu sorumluluğu üstlenen bazı kurum ve bireylerin doğru enformasyon verme konusunda titiz davrandığına inanmaktayım. Ayrıca bireyin sağlık okuryazarlığını artıracak denetimli ve kaynağı güvenilir web siteleri sunuyor olmak önemli.
İngiltere’de NHS sitesinde A’dan Z’ye Hastalıklar ve Semptomları Hakkında Enformasyona Ulaşabilirsiniz
Dünyada; İngiltere’deki web sitesi (NHS) gibi iyi örnekler mevcut. A’dan Z’ye hastalıklar ve semptomları hakkında enformasyona ulaşabileceğiniz ya da sağlığınızı korumaya yönelik iyi yaşam önerileri alabileceğiniz bir web site. Türkiye’ de de Sağlık Bakanlığı’nın neden böyle bir web sitesi olmasın ki. Bu tür referansları güçlü ve kaynağının doğru olabileceğine inandığımız web sitelerinden enformasyon alabilsek, sağlık konusunda etkili bir bilinçlenme olacağına inanıyorum.
Türkiye, Hindistan, Brezilya Gibi Ülkelerde Akıllı Telefona Sahip Olma Oranı Yüzde 50
Bunun yanında Dünya’da gelişen ve ülkemizde gelişmekte olan mobil teknolojilerin de sağlığı desteklemeye yönelik uygulamalar sunuyor olması, sağlık hizmetleri iletişimi konusunda enformasyon alışverişinin başka bir boyutunu gösteriyor bizlere. Şöyle ki dünyada ve ülkemizde cep telefonu ve akıllı telefonlara entegrasyon gün geçtikçe artmakta. ABD, İngiltere, Güney Kore gibi gelişmiş ülkelerdeki akıllı telefon sahip olma oranı yüzde 50’leri çoktan geçmiş durumda iken, Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde ise bu oran yüzde 50’ye yaklaşmakta. Akıllı telefon özelliğine sahip olmayan temel özelliklere sahip cep telefonuna sahip olma oranı Hindistan gibi nüfusu çok kalabalık ve satın alma gücü değişken ülkelerinde yüzde 80 iken Türkiye’de yüzde 60 civarında. Tanzanya ve Afrika gibi ülkelerde halen su kirliliğinde dolayı sıtmaya yakalanan ve bu ülkelerde alt yapı sorunu ile ilaca ulaşamayan çocuklar için “sms” kampanyaları oluşturulmaktadır. Çünkü ulaşım ve geleneksel iletişim araçları eksik kalsa da, bu ülkelerde cep telefonu kullanımı çok yaygın. Dolayısıyla bu ülkelerde sağlık iletişimi kampanyaları, insanlara ulaşabilecek iletişim araçları kapsamı kadardır. Ama etkisi, küçük makinaların gönderdiği sağlı okuryazarlığını artıran mesajlarla, hayat kurtaracak kadar da büyüktür.
Türkiye’de Bir İlk Olan “Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım” Araştırması
Amerika’da başlayan ve ülkemizde de akıllı telefonlarla tanışmamızla hayatımıza giren sağlık aplikasyonları da sağlığımızı korumak ya da hastalıklarımızı yönetebilmek adına alternatif çözüm önerileri sunabilmektedir. Şeker takip uygulamaları, tansiyon ölçer uygulamalar, hareket etmeye motive edecek adımsayar uygulamaları, sağlık hizmeti sunan kuruluşların yeni bir gündemi haline gelmektedir. Özellikle mobil cihaz operatörlerinin önderliğini yaptığı bu uygulamalar, cep telefonları ile mobil yaşamaya alışan yeni nesil için farklı iletişim stratejilerine yönlenmeyi gerekli kılıyor. Her ne kadar denetim ve kişisel verilerin gizliliğin korunmasında tartışmalı bir konu olsa da, mobil aplikasyonların sağlık davranışı değiştirmedeki sonuçları halen ölçülmeye devam etmektedir. Ayrıca yaşlı nüfusun artması ile birlikte artan kronik hasta yüküne karşı, ülkelerin sağlık harcamalarını minimuma indirme çabaları içerisinde yeni nesil bir yaklaşım olarak gözüküyor. Bu öngörüden hareketle, Türkiye’de bir ilk olan “Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım” araştırmasını Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Elgiz Yılmaz ile gerçekleştirdik. Amacımız insanların sağlık eğilimlerini artırmada teknolojiye adaptasyonlarının etkisini ölçmekti. Çok ilginç veriler elde ettik. Çünkü insanlar mobil uygulamalara aşinayken, halen daha sağlık uygulamalarını minimum düzeyde kullanmaktalar ama ileride neredeyse %78 gibi bir çoğunluk mobil sağlık aplikasyonu kullanmak arzusunda. Ayrıca mobil sağlık aplikasyonu kullanan kişilerin bir çoğunluğu bu uygulamaları 1 yıldan fazla kullanmakta. En ilginç veri ise en çok kullanılan aplikasyonun Sağlık Bakanlığının hastane randevu hizmeti almayı kolaylaştıran (MHRS) uygulaması. Bu kadar uzun sürelerde sağlık aplikasyonu kullanan kişilerde, kullandığı aplikasyon niteliğinde davranış değişikliği sergileyip sergilemediğini ölçmek dikkate değerdi. Bu araştırmadan hareketle, tamamı bir Türk mühendis tarafından oluşturulan bir sağlık uygulamasının, davranış değişikliği üzerindeki etkilerini ölçtüm. Çok yakında bu çalışmayı “Mobil Sağlık” ile ilgili çıkaracağım bir kitapta yayınlayacağım. Yine bu konuda Sosyal Güvenlik Kurumu 1 Ekim 2013 tarihinde pilot Mobil Sağlık projesine başladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi olarak kurduğumuz bir ekiple, çalışmaya gönüllü olarak destek vereceğiz. Eğer bu alanda verimli bulgular elde edilirse, bakanlığında bu yatırımları desteklemesinin olası olduğunu düşünüyorum.
Sağlık Konulu Yayınlara İlişkin Denetim ve İzleme Yeterli Değil
Sağlık konulu yayınlara ilişkin denetim ve izleme konusunda oluşturulan regülasyonlar ne yazık ki yeterli değil ve bugünün gelişen sağlık ihtiyaçlarını karşılayamaz düzeyde tartışmalara yol açabiliyor. Ben burada Sağlık Bakanlığı’nın regülasyonları oluştururken, kesinlikle kamunun sesi olan Sivil Toplum Kuruluşlarından görüş alarak hareket etmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Hasta ve uzmanlık dernekleri bu konuda kendi sektörlerinin ihtiyaç ve taleplerini aktaracak kadar bilgiye ve iç görüye sahipler.
Bilgi Üniversitesi Kurumsal Halkla İlişkiler (PRCC) Programı Adı Altında Sağlık İletişimi Dersini ve ilk seminerimizi gerçekleştirdik.
Bu sene ilk defa Bilgi Üniversitesi Kurumsal Halkla İlişkiler (PRCC) programı adı altında Sağlık İletişimi dersini açtık. Bu uzun süredir titizlikle üzerinde çalıştığımız bir konuydu. Çünkü sağlık alanında yapılan iletişim faaliyetleri içerisinde, hem bu disiplini doğru anlatmak hem de yapılan diğer iletişim faaliyetlerinden ayırmak konunun hassasiyeti açısından önemliydi. Böylece sağlık alanına dair çalışmak isteyen ya da bu konuda uzmanlaşmak isteyen tüm paydaşlara yönelik bir ders programı oluşturmuş olduk.” Ders bitirme projesi olarak öğrencilerimiz, 30 Mayıs tarihinde olarak, tüm sektör ve iletişim öğrencilerinin konu ve konuk katıldığı bir seminer gerçekleştirdiler. Bu seminer, hem öğrencilerimizin bir iletişim faaliyetini deneyimlemeleri, hem de konunun sektörel paydaşlarına hâkim olabilmeleri açısından çok faydalı oldu. Seminerler bu ders kapsamında, her yıl sonunda belli bir hastalık üzerinden gerçekleştirilmeye devam edecektir. Ayrıca Bilgi üniversitesi halkla ilişkiler programı olarak, öğrencilerimiz hasta derneklerine 2 yıldır gönüllü destek vermektedir. Bu derneklere “sağlık gönüllüsü” yetiştirmek, yaptığımız çalışmalar içerisinde önemli bir misyondur
Seray Öney Doğanyiğit Kimdir?
Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Programı’nda eğitmen kadrosunda görev almaktadır. Üniversite bünyesinde, Lisans düzeyinde Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Halkla İlişkilere Giriş ve yüksek lisans düzeyinde Sağlık İletişimi derslerini vermektedir.
2010 yılından beri Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği yönetim kurulunda yer almaktadır. Ayrıca, hastaların güçlendirilmesi, hasta haklarının korunması ve hastalık stigmatizasyonu konularında birçok hasta derneğine destek olmaktadır.