HACETTEPE’NİN İLK MOLEKÜLER PATOLOJİ LABORATUARI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinin gayretleri ile kurulan Moleküler Patoloji Laboratuarı, deneysel amaçlı araştırmalardan öteye giderek rutin tetkikler için de kapılarını açtı.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı içinde kurulan Moleküler Patoloji Laboratuarı Hacettepe Üniversitesi’nin desteği ile 3 yıl sonunda kuruldu. Kısıtlı fiziksel ve mali imkanlar en iyi şekilde değerlendirilmeye çalışılarak yapılan revizyon ile eski asistan odaları laboratuara dönüştürüldükten sonra cihaz alımları tamamlandı. İki yıl boyunca moleküler patoloji laboratuarında çalışacak biyologlara eğitim verilerek ilk önce yurt dışı bağlantılı araştırma projeleri ile çalışmalara başlandı. Bu uzun hazırlık sürecinden sonra dokularda tanı ve prognozu belirleyen moleküllere yönelik testlerin yapılmasına başlandı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arzu Sungur laboratuarla ilgili şöyle konuştu: “Moleküler yöntemleri patolojide rutin kullanıma geçiren belli başlı hastanelerden bir tanesiyiz. Moleküler yöntemlerin patolojide rutin kullanımı hastalıkların gerek ayırıcı tanısında gerekse prognoz ve hatta tedavilerinin belirlenmesinde önemli bir işlev görecektir.”

Patolojinin hastalıkların tanısını doğru vermeye çalışan bir bilim dalı olduğunu söyleyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gaye Güler Tezel, klasik morfolojiden faydalanıldığı gibi moleküler biyoloji tekniklerinin de rahatlıkla kullanılabileceğini belirtti. Doç. Dr. Tezel, “Yaklaşık bir yıldır laboratuarda, moleküler testlerin optimizasyonunu sağlamaya yönelik çalışmalar hızlanarak sürdü, Eylül ayı itibariyle rutinde moleküler testleri kullanmak için gerekli girişimlerde bulunduk. Tümörlerde moleküler biyoloji tekniklerinin kullanılması sadece tanıda değil, aynı zamanda prognostik faktörleri belirlemede, tedaviyi yönlendirmede önemli yer tutuyor. Bunlar içerisinde başlıca lenfomaların tanı ve ayırıcı tanıları, yumuşak doku tömürleri, tiroid kanserleri ve beyin tümörleri yer almakta. Amacımız çok daha geniş alanda, daha farklı tümörlerde de bu testleri rutin kullanabilmek” dedi.

Türkiye’nin ilk Moleküler Patoloğu
1998 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında araştırma görevlisiyken 1 yıl süreyle Japonya’ya Nagoya Üniversitesine giden Doç. Dr. Tezel, ülkemize dönüp araştırma görevliliğini tamamladıktan sonra Nagoya Üniversitesine giderek moleküler patoloji doktorasını tamamladı. Tüm bilgisini bu laboratuarın açılmasında kullanan Doç. Dr. Tezel, “Laboratuarda DNA izolasyonu, RNA izolasyonu, PCR, Multiplex PCR, RT-PCR ve protein ekstraksiyonları yapılabiliyor” şeklinde konuştu. Bu moleküler patoloji laboratuarının işler halde tutulmasının Patoloji Anabilim Dalında verilen rutin tanıların güvenilirliğini arttıracağını ve ayrıca bilimsel araştırmalara da katkı sağlayacağını dile getirdi.

Tiroid Karsinomu
Tiroidin solid nodülleri ile klinikte oldukça sık karşılaşıldığını ve bu solid nodüllerin sıklıkla folliküler adenom, papiller karsinom ve folliküler karsinom olarak tanı aldığını vurgulayan Doç. Dr. Tezel, klasik olgularda tanı güçlüğü çekilmezken özellikle papiller karsinoma özgü nükleer değişiklikleri gösteren folliküler adenom olgularında folliküler adenom ile papiller karsinom tanıları arasında cerrahi patolojide önemli bir tanı güçlüğü yaşandığına dikkat çekti.

Doç. Dr. Tezel, bu konu ile ilgili olarak Ret protoonkogeninin, germ-line mutasyon ve gen reaaranjmanı ile onkojenik aktivasyonunun ve BRAF mutasyonlarının tiroidin en sık görülen tümörü olan papiller karsinomların karsinogenezinde sorumlu tutulan en önemli genetik değişikliklerden olduğunu dile getirerek; bu mutasyonların saptanması ile tanı güçlüğü çekilen olgularda ayırıcı tanının sağlıklı bir şekilde yapılabileceğini ifade etti.

Moleküler patoloji laboratuarlarında ayrıca HPV genotiplemesini yaptıklarını da dile getiren Doç. Dr. Tezel, serviks kanser etiyolojisinde önemli bir yeri olan insan papilloma virüs (HPV) varlığının tespiti ve tiplerinin belirlenmesini gerçekleştirerek, merkezlerine başvuran hastalardaki HPV varlığı insidansı ve sık görülen HPV tiplerini bulmaya yönelik de bir çalışma yaptıklarını bildirdi.

Meme Karsinogenezi Üzerinde Amerika Birleşik Devletleri ile ortak NIH destekli Araştırma
İlk kez 2001 yılında İngiltere’de 6 ay süre ile moleküler patoloji eğitimi alan Doç. Dr. Gülnur Güler, Amerika’da Thomas Jefferson Üniversitesine giderek bir yıl süre ile eğitimine devam etti. Meme karsinogenezi üzerine çalışma yapan Doç. Dr. Güler, moleküler patolojinin çok hızlı gelişen bir bilim dalı olduğunu kaydetti. Doç. Dr. Güler, “ Özellikle böyle bir laboratuarı ilk kez kurarken ciddi bir desteğe ve cesarete ihtiyaç duyuyorsunuz. Bizlere bu anlamda yurtdışında yanlarında eğitim aldığımız hocalarımız çok yardımcı oldu. Benim şu an Ohio State Üniversitesinde görev yapan ve daha önce yanında eğitim aldığım Prof. Dr. Huebner ile meme karsinogenezi üzerine çalıştığımız ortak bir NIH fonum var. Laboratuardaki ilk moleküler deneylerin çok önemli bir kısmına bu proje kapsamında başladık. Bu başlangıç bizlere ve teknik ekibimize tanısal testleri yapmaya hazırlarken önemli bir deneyim fırsatı yarattı. Bu ortak proje hala devam ediyor. Bunun yanı sıra meme ve tiroid karsinogenezi, mezotelyomalar, tükrük bezi tümörleri ve ülkemizdeki jinekolojik malignensiler ve öncül lezyonlarındaki HPV insidansı ve tipleri hakkında bölümümüzden ve diğer anabilim dalı öğretim üyeleriyle çalıştığımız araştırma projelerimiz var. Moleküler patoloji laboratuarında tanısal testler yanı sıra, araştırma projeleri de devam edecek. Hem yurtdışındaki hem de ülkemizdeki bilim insanları ile yakın işbirliği içinde, gerek tanısal testlerde gerekse araştırma projelerinde sürekli kendimizi yenilemek ve imkanlarımızı sonuna dek kullanmayı hedefliyoruz’ dedi.