AŞKI BEYNİNİZDE HİSSEDİN-2



Evlilik aşkı öldürür mü? Kadınlar, erkeklerden daha çabuk mu bağlanır? İlk sevgi ve aşk nesnesi olan, anneyle kurulan ilişki ve sevgi bağı önemli mi? Birçok patolojik olan aşk ilişkisinde sorunun bir kaynağı da çocukluk dönemi mi? Aşkın ömrü var mıdır? Hormonlar sadece bir ham madde midir?

İstanbul Üniversitesi  İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Bilim Dalı Başkanı ve Onkoloji Enstitüsü Psikososyal Onkoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Özkan  şu bilgileri verdi: “Aşk bir duygudur, bir insan yaşantısıdır. Erich Fromm ‘The Art of Loving’ araştırması vardır. Freudien kuramlara kadar tüm kuramların ilgi alanı olmuştur.  İnsan beyni bütün bedenin komutanıdır. Aşk duygu olarak da, düşünce olarak da, kimyasal olarak da önce beyinde    başlar, tıpkı cinsellik gibi. Aşık olunca kalpte pır pırlar yaşanır tabi, ancak o pır pırları yaşatan sonuçta beyindeki kimyasal değişikliktir.


“Aşk Bir Duygudur, Bir İnsan Yaşantısıdır”

Önce biz aşkı sadece karşı cins aşkı olarak tanımlamamak durumundayız. Aşkın birçok alt bileşkesi vardır. Tanrı aşkı da vardır, insan aşkı, karşı cins aşkı, yaşam ideallerine olan aşk da vardır. Kişinin kendisi için anlamlı ve önemli, yaşamsal değeri olan bir davasının da aşkı olabilir. Büyük değerli siyaset, bilim adamlarında da vardır bu aşk. Onlarda davalarına aşkla tutkuyla bağlıdırlar. Aşka böyle geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Aşk sadece bir kadınla bir erkek ilişkisine indirilemeyecek kadar geniş bir kapasitededir. Bu bağlamda tabi anne aşkı, bir çocuğun anneyle yaşadığı bütünleşmiş ilişki ve ondan sonra ayrılma süreci, en önemli insan deneyimlerinden bir tanesidir. Anneyle sağlıklı bir sevgi ve bütünleşme ilişkisi kurabilen insanlar ve anneyle zamanı gelince doğru ve sağlıklı bir süreçte ayrışabilen insanlar; bağlanma ve sevme ilişkisinde daha sağlıklı ilişkiler kurarlar. Bu anlamda,  bütün insanlar için ilk sevgi ve aşk nesnesi olan, anneyle kurulan ilişki ve sevgi bağının önemlidir. Zaten birçok patolojik, sağlıklı olmayan aşk ilişkilerinde sorunun bir kaynağının da çocukluk döneminde olabildiğini dikkate almamız gerekiyor. Kateksis dediğimiz kuram yani kişinin varlığını, enerjisini, duygularını, düşüncelerini, bir nesneye bir kişiye bir amaca ya da bir uğraşa ataması aslında geniş anlamıyla aşk. O zaman bir kişi olabilir, bir uğraş olabilir, bir yaşam amacı olabilir. Hatta bazen soyut bir kavram olabilir.

“Aşk Bencil Değildir”
Aşkla ilgili bir insanın aşık olma kapasite ve potansiyelini ve ya aşkın bütünleşmiş kavram ve uygulamasını en iyi ortaya koyan kişi olan Mevlana, aşk bu anlamda bir ölçüde sevilen nesneyle bir bütün olma ve bütünleşme çabasıdır. Aşkın, insanoğlunun evrendeki yalnızlığını, terk edilmişliğini veya yok oluşunu hissettiği zaman, en sağlıklı doyum ve çözüm mekanizması olduğu kanaatindeyim. Tabi aşkın özünde ne vardır? Aşk önce bencil değildir, önce kendini değil önce sevdiğini düşünebilmektir ve bir anlamda sevdiğini mutlu ederek mutlu olabilmektir.

Neden “O” Kişi?
Karşı cinse aşık olmak açısından bir titreşim, bir algı, bir görsel, işitsel yani beş duyu organlarıyla algılayan bir kişinin; beyninde, bilinçaltında, bir şekilde çağrışım yapması, bir uyaran yaratmasıdır. Beyinde bir kimyasal ve fizyolojik canlanma yaratıyor aşk algısı. Kimi tercih ettiğini belirleyen unsurlar biraz daha karmaşık. Neden “o” ? kişi uyandırıyor da öbürü uyandırmıyor? Bu daha çok, o kişinin eski deneyimlerine, algılarına, yaşadıklarına, sevgi nesneleriyle ilgili daha önce yaşadığı bütünleşme, çatışmayla, sıkıntıyla, tüm bu süreçlerle doğrudan doğruya ilgilidir.

“Prefrontal Beynin En Üst Korteksi İnsana Özgüdür”
Doğada belki diğer canlılarda kısmen aşk yaşarlar. Memeliler, içerisinde fizyolojik değişikliklerin yanında duygu, düşünce bileşkelerine sahip olanlar insanlardır. Mesela aslanlar, üreme döneminde günde 48 kez çiftleşebiliyorlar ama onlar seks yapmış oluyor, aşk yaşamış olmuyorlar. Aşk bu anlamda insanoğlunun bilinçaltında yapılan bir tercihidir. Bazı insanlar aşk ile cinselliği birbirleriyle özdeşleştirirler. Bu yanlıştır. İnsanoğlunda cinsellik , aşık olduğu karşı cinse ilişkin yaşadıklarının ifade tarzlarından yalnızca bir tanesidir. Onun için aşkta cinsellik vardır. Ancak o sadece bunun yaşanmasının, ifadesinin sadece bir tanesidir. Onun için belki diğer memelilerden farklı olarak insanın farkı; cinselliği aşkla yaşayabilecek özelliklere ve alt yapıya sahip olmasıdır. Burada insanın prefrontal kortexi devreye girer. Prefrontal beynin en üst korteksi insana özgüdür. Eğer beyinde, aşkın bir lokalizasyonu olsaydı önce bu ön korteksten başlaması gerekirdi. Orada algılanan bir dış uyaran beynin diğer depo belleği ile limbik sistemle hipokampusla hipotalamusa uyaranlar gönderirler, yukardan aşağı doğru hoş uyaranlar gider ve o hoş uyaranlarda o insanı bedenen ve ruhen barışık, yaratıcı ve üretken kılar. Bir aşk kişinin bedenine olduğu kadar, duygularını, düşüncelerine hayata bakışını kendisini ve evreni algılayabilmesini etkileyebiliyorsa aşktır. İnsan ne kadar çok gelişmişse, deneyimleri, donanımlarıyla, ruhuyla, yüreğiyle, beyniyle, kültürüyle, sanatıyla, estetiğiyle ne kadar gelişmişse, o kadar aşk yaşar ve yaşatır. Bunun için sanattan edebiyata, politikadan bilime kadar büyük işler başarmış olan yaratıcı insanlar bu duyguyu daha iyi yaşarlar.  Aşk en dürtüsel aynı zamanda en biyolojik, en estetik, en üst düzey, en yaratıcı insan eylemidir.

“Aşk Hem Hipotalamik Sistem Hem de Otonom Sinir Sitemi Canlandırır”
Aşkın mekanizması, prefrontal korteksten başlar, kortekse iner. Beyin, hipotalamus ve limbik sisteme, duygulardan önce algı, yani 5 duyu ile sonra algılayabildiğimiz her şeyi beyindeki sorumlu merkezlere iletir. Merkezler uyarılıyor ondan sonra alt kortekse ve tüm bedene uyaranlar gider. Hormonlar, otonom sinir sistemi çalışır, iç organları besleyen sinir sistemi uyarılır, adrenal aks salgılanır, sempatik ve parasempatik sinir sistemi harekete geçer, ikisi de farklı biçimlerde uyarılır. Böylece, organizma tatlı uyarılma ve alarm durumuna geçer hem hipotalamik sistem hem de otonom sinir sitemi bir şekilde canlanır.

“Kadın ve Erkeklerde Hormonal Açıdan Değişiklikler Var”         
Kadın ve erkek beyninde çok farklı işlediği kanaatinde değilim ancak kadının hormonları ve erkeğin hormonları arasında fark var. Beyinsel mekanizmalarda ciddi bir farklılık olmadığı ancak hormonal açıdan değişiklikler olduğu düşüncesindeyim.

“Aşkın Değil Ancak İlişkinin Ömrü Olabilir”
Aşkın ömrü yoktur. İnsanın ömrü vardır. Yani insan aşkıyla birlikte bireysel ve onunla birlikte meçhul yaratıcı eserler koyarak aşkını kalıcı kılabilir. Aşkın değil ancak ilişkinin ömrü olabilir.  Aşk ne kadar besleniyorsa, ne kadar bireysel ve ortak olarak besleniyorsa o kadar uzar. Meyvenin de ömrü vardır önemli olan onu beslemektir. Aşk köleleştirici bir insan eylemi değildir. Canlandırıcı yeniden hayat verici bir duygudur. İşte o yeniden hayat verme devam ettikçe, kişi kendini geliştirdikçe, geliştirdiğini ilişkisine kattıkça aşkın ömrü uzar.  Kısırlaşan beyin ve yürekler ya da yeterince kendini geliştirmeyen bireyler de aşk daha kısa sürelidir. Zaten ondan sonra fizyolojik ihtiyaçlar devam ederken ilişki yara aldığından çiftler ayrılır. Bu anlamda aşkı beslemek önemlidir.

“Sağlıklı Aşk, İnsanın Mantığını da Güçlendirir”
Aşk mantığa aykırı değildir. Aşk mantığı aşar ama mantığa aykırı değildir.  Dürtüler farklıdır. Aşk dürtüyü de mantığı da içerir ama onlarla sınırlı değildir.  Aşkın sağlam ve mantıklıklı bir adama, mantıksız şeyler yaptıracağını düşünmüyorum. Sağlıklı aşk, insanın mantığını da güçlendirir. Yüreğini de güçlendirir. Bazı hastalıklı ilişki tarzları için bunun söz konusu olduğunu düşünmüyorum.

Aşk ile Sevgi Arasındaki Fark Nedir?
Aşk sevgiyi içerir ama onu çok aşar sevgi daha genel bir kavramdır. Bir hoşlanma kavramıdır, çocuğunu, dostunu, arkadaşlarını seversin, o bir duygudur, paylaşımdır ama aşkta bunların dışında sevgi, hoşlanmanın dışında tutku vardır. Bağlılık, adanmışlık ve romantizm vardır. Aşk sevginin yanında romantizm, tutku ve bağlılık içerir.

“Aşk Yaşayan İnsan Daha Huzurludur”
Aşk yaşayan insan daha huzurludur. Beyninde endorfin artar daha barışçıldır. Onun dürtüleri daha insanileşir. Sevebilen ve aşk yaşayan insanlar başka insanlara zarar verici davranışlarda daha az bulunurlar.  Samimi, yumuşak ve kabullenici olurlar. İd, aşkla yıkıcı kısmından arınır. İnsanın tabiatında olan,  alt benliğindeki engel tanımayan, yıkıcı olabilen zarar verici olabilen nefs; aşkla terbiye olur ve insanı pozitif hale getirir. Böylece daha mutlu sempatik ve anlayışlı olurlar.

Sadece Üreme İç Güdüsüyle mi Aşık Oluruz?
Aşkın,  insanoğlunu diğer memelilerden ayıran bir önemli farkı da budur. Diğer memelilerin çoğu üremek içgüdüsü ve dürtüsüyle, karsı cinse yönelirler yani onlar hormonlarıyla yönelir ama insan beyniyle yönelir. Beyniyle aşık olur. Bir kadınla bir erkek arasında ortak paylaşımların olduğu cinsellik dışı paylaşım, duygu, algı, ortak yaşam ve ortak ürünler ne kadar fazlaysa, çeşitliyse, yoğunsa aşkta cinsellikte o kadar süreğen olacaktır. Hayattaki paylaşım ne kadar fazlaysa yataktaki paylaşımda o kadar keyifli olacaktır.

“Aşk İnsanı Özgürleştirir”
Aşk insanı özgürleştirir. Aşk ve bilimde tereddüt yoktur, yani bilim koşulları değiştirir, bilim dünyayı değiştirir, dünyayı değiştirmek için koşulları da değiştirir. Aşk ise kimseye zarar vermeden kendi koşullarını yaratır. Aşk biraz da tercihtir. İnsanoğlunun evrimsel sürecine baktığımızda diğer canlılar sadece seksle ilişki kurabildikleri için onlar tercih yapmazlar. Onlar dürtüleri kime rastlarsa bir anlamda ona yönelirler. İnsanoğlu ise; biyolojik ve psikolojik dürtülerini ve potansiyelini tercih ettiği karşı cinse aktarır ve onunla birlikte hayatı kucaklar. Bu anlamda insan aşkı, diğer memelilerde yoktur. İnsan aşkı, bir varoluş ve mutluluk arayışının uzantısıdır ve tercihe dayanır.

Tek Eşlilik ve Çok Eşlilik Yöneliminin,  İnsanlarda Hormonlar Tarafından Tayin Edilmediğini Düşünüyorum”
Oksitosin, genelde dişilerde davranışı ve cinselliği etkileyen önemli bir biyolojik marker’dır.  Erkeklerde testosteron vardır. Oksitosin biraz daha bağlanmayı, dinginliği, edilgenliği sağlayan bir hormondur. Genelde; tek eşli- çok eşli konular tartışılırken değişik yorumlar olmakla birlikte, kadının daha tek eşliliğe ve bağımlılığa yatkın olduğu söylenir. Buna da kısmen oksitosinin yol açtığı söylenir. Ben, tek eşlilik ve çok eşlilik yöneliminin,  insanlarda hormonlar tarafından tayin edilmediğini düşünüyorum. İnsanın özgür iradesiyle ve tercihiyle belirlediği kanaatindeyim.  Testosteron erkeğin cinsel davranışını etkiler ama yinede bu bir tercihtir. Egosu, libidosu güçlü bir erkek, her gün farklı bir kadınla mı seks yapmak ister yoksa sevdiği kadınla her gün mü seks yapmak ister, bunun bir tercih olduğu kanaatindeyim. Hormonlara atfetmemek lazım. İnsan duygusu, insan yönelimi, insan davranışı hormonlardan etkilenir ama hormonlar sadece bir ham maddedir. O ham maddeyi nasıl kullanacağı kişinin tercihidir.  Kişinin, kişilik özellikleri, üst beyin özellikleri, öğrenmeleri, deneyimleri, dünyaya bakışı, üst beyin özellikleri tercih ve davranışı belirler. Tercihi belirleyen birçok başka beyinsel, durumsal, psikolojik faktörler olduğu kanaatindeyim. Yemek yerken de aşık olurken de irade ve özgür bir tercih yapıyoruz. Tercihlerimizi biz yapıyoruz ama tercihlerimiz de bizi etkiliyor.”
 “İki İnsan Arasındaki Tutkulu Bağlılık”
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan şunları söyledi:  “Aşk, tanımı tam olarak yapılamasa da, herkesin kendine göre öznel bir biçimde yaşadığı, hem bedensel hem ruhsal etkileri oldukça derin olan bir duygulanım biçimi. Tanım ve kişisel farklılıklar bir yana, aşk denen duygulanım biçimi genellikle, “sevilen” kişi yahut kavrama üst düzeyde bir tutkuyla bağlı olma anlamı içeriyor. Birçok hatırlananlar arasında aşk kelimesini en çok kullandığımız konu, ‘iki insan arasındaki tutkulu bağlılık’tır. Günümüzde özellikle basın-yayın ve gözde edebiyat yoluyla bizlere aktarılan, kaba hatlarıyla “bedensel tutku”yu temel alan aşk tanımları, baskın olarak kendini kabul ettirmiş gözüküyor. Özellikle fiziksel cazibenin etkisiyle birbirine tutkun hale gelen insanların kimi zaman acıklı, kimi zaman da mutlulukla nihayete eren hikayeleri sıklıkla karşımıza çıkmakta. Fakat bu örnekler çoğu zaman, gerçek aşkın bir örneği olmaktan uzak, ilişkileri sığ bir bakış açısıyla değerlendiren ve değerlendirmeyi öğreten örnekler olarak kalıyor maalesef. Gençlerimiz ise çoğu kez, elde etme isteği ve cinsel güdüleri “aşk” olarak nitelemek kolaycılığından kurtulamıyorlar.

“İnsanın Diğer Hayvanlarla Paylaştığı Bir Takım Özellikler de VarImage_0
Davranışlarımızı yöneten üst kontrol merkezi olarak insan beyni, akıl almaz bir karmaşıklığa sahip olmasına rağmen, birçok işlevini nasıl gerçekleştirdiğini, temel düzeyde de olsa bu gün bilebiliyoruz. Örneğin insana has davranışlarımız olan geleceği planlayabilme, utanma, diğerkâmlık (empati), dikkat, zihinsel yoğunlaşma; hatta ahlak, dinsel değerler ve özgür irade gibi insani özelliklerin, beynimizin hangi bölgeleri tarafından yönetildiğini kısmen de olsa biliyoruz. Bunun yanı sıra, insanın diğer hayvanlarla paylaştığı bir takım özellikler de var. Bu “ortak” zihinsel özellikler arasında öfke, korku, açlık/tokluk, cinsel dürtüler, bellek ve yön bulma gibi özellikler ilk sıralarda sayılabilir.

“Limbik Sistem: Beynin Derinliklerinde, Diğer Hayvanlarla Ortak Özelliklerimizi Yönetir”
Temel olarak beynimizin kıvrımlı üst kısımları “beyin kabuğu” olarak adlandırılır ve insana has özelliklerimizin birçoğu buradaki farklı bölgeler tarafından kontrol edilir. Beynin derinliklerinde yer alan daha basit yapılı bölgeler ise, diğer hayvanlarla ortak özelliklerimizi yönetir. Bu bölgelerden en önemlisi “limbik sistem” adı verilen bir yapıdır. Bu bölge, yukarıda bahsettiğim bütün “alt düzey” duygulanım ve güdülerimizin yönetim yeridir. Konumuz olan cinsel çekim ve tutku da, bu bölgedeki yapıların kontrolü altındadır.

Beyin Kabuğu Kontrolü Önemli
Bu bölgeler farklı işlevleri kontrol etmenin yanı sıra, birlikte büyük bir uyum içinde çalışarak insan davranışlarının dengeli bir şekilde ortaya konmasını sağlarlar. Örneğin, her insan cinsel dürtü hissetmesine rağmen beyin kabuğundaki ‘yüksek’ merkezler, ‘yaşam tecrübelerini’ kullanarak bu isteği sınırlar ve insani bir yaşamı mümkün kılar. Beyin kabuğu kontrolü açısından sağlıklı olmadıkları bilinen insanların “ahlaksız” olarak nitelenebilecek davranışlar ortaya koydukları ve suça yatkın oldukları bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla, insan, hayvansal güdüleri ve insani özellikleri ile bir bütündür ve yaşamının her alanında bu farklı duygulanımların dengede tutulması gerekir. Sağlıklı ve doğru yetiştirilmiş bir ‘beyin’ söz konusu olduğunda, böyle dengeli bir yaşam da son derece kolaydır.

Evlilik Aşkı Öldürür mü?
İki insan arasındaki çekim sadece fiziksel nedenlere dayandığında, bedenin kontrolünü büyük oranda ‘alt beyin bölgeleri’ ele geçirir. Bu sistemlerin amacı, eksikliği hissedilen ve tutkuyla istenen hedefe ulaşmaktır. Burada mantıklı bir hesaplamadan ziyade, bedenin ihtiyaçları ön plandadır. Hedefe ulaşıldığında ise bu merkezler görevlerini tamamlayarak, zihin üzerindeki yönetici etkilerini yitirmeye başlar. Bu aşamadan sonra, eğer fiziksel çekim ve cinsel dürtüler dışında herhangi bir bağlayıcı unsur yoksa, ilişkilerde de kopma yaşanması kaçınılmazdır. İşte bu nokta, ‘evliliğin aşkı öldürdüğü nokta’ olarak alınabilir. Zira burada aşk olarak tanımlanan şey sona ermiş, geride de bir şey kalmamıştır. Evliliğin, yahut ‘zamanın’ öldüremeyeceği aşklar nasıl var oluyor peki? Bu mantıkla cevap oldukça basit: Kişiler arasında alt beyin bölgelerini ilgilendiren hayvani çekim unsurları dışında, üst beyni ilgilendiren yüksek düzeyli bağlantıların da bulunması gerekir. Kişiler arasındaki amaç birliği, entelektüel alışveriş, saygı, sevgi ve hoşgörü gibi olumlu özelliklerle beslenen ilişkiler, çok daha uzun süreli ve çok daha doyurucu bir birliktelik yaşanmasını; hatta ömür boyu sürecek beraberliklerin çok az bir çabayla elde edilebilmesini mümkün kılar. İlk görüşte aşk olarak nitelenen “limbik” yahut “hayvani” cazibe, “insani” yahut “üst beyin aşkı”na veya derinlikli bir sevgiye dönüşmedikçe, birlikteliklerin aşkı öldürmesi kaçınılmaz olacaktır. Yani, seçimlerimiz ve kararlarımız ne kadar “insan”a yaraşır ise, mutluluğumuz da o kadar ‘insânî’ olacaktır.

“Aşkın İlk Döneminde Amfetamin Etkisi, Bağımlılığa Götürebilir”
“Aşk ve Beyin” kitabının yazarı Nöroloji Uzmanı Dr. Bülent Madi şunları söylüyor: “Aşk konusu ile ilgili birçok bilim dalı çok fazla araştırma yapmıştır. Psikoloji, insan aşık olduğunda ruh halinin nasıl değiştiğini görüşmeler veya testler ile değerlendirir. Nöroloji, aşık olan insanların beyninin hangi alanlarında farklılıklar olduğunu inceler. Sosyoloji, aşkın kültürel ve toplumsal özelliklerini inceler. Nöroloji, psikiyatri, nöropsikoloji alanlarında yapılan çalışmalarda genel olarak aşkı yaşayan kişilerin davranışları, duyguları ile beyinlerinin çalışma sistemleri nöroradyolojik yöntemlerle incelenir.  Aşkın dönemleri vardır ve bu dönemlerde farklı kimyasal maddeler artış gösterir ve davranışlarımızı şekillendirir. Aşkın ilk döneminde amfetamin etkisi görülür. Bu etki bağımlılığa götürebilir. Aşkın ikinci döneminde endorfin salgılanır, güven oluşur. Üçüncü aşamada oksitosin salgılanır ve bağlılık duygusu gelişir, cinsel duyguları etkiler. Dopamin ise keyif alma ve neşe ile ilgili bir maddedir, farkındalığı arttırır.

“Kadınlar Bağlanma Aşamasına Hızla Geçerken, Erkeklerde Bu Daha Sonraları Gerçekleşir”
Kadın ve erkeklerin aşkı algılamaları bildiğimiz gibi çok farklı. Aşık olunacak kişinin seçiminde erkekler soylarını devam ettirebilecek, fiziksel açıdan uygun kadınlar ararken, kadınlar güvenebilecekleri, kendilerini koruyabilecek erkekleri tercih ederler. Aşkın aşamaları açısından baktığımızda ise kadınlar bağlanma aşamasına hızla geçerken, erkeklerde bu daha sonraları gerçekleşir.

“Aşk Sosyal İlişkilerde Azalmaya Neden Olur”
Aşk daha çok içinde arzu, tutku barındırır. Sevgide ise paylaşım, benimseme, alışkanlık, güven duyguları birlikte yaşanır. Aşk risklidir ancak sevgi güvenlidir. Aşkın genel olarak sosyal ilişkilerde azalmaya neden olduğunu biliyoruz. Eğer aşk karşılıklı ise zaman genellikle aşık olunan kişi ile birlikte geçirilir. Karşılıksız aşkta ise insan kendi içine döner ve sosyal ilişkileri zayıflar.”