PARKİNSON HASTALIĞI ve TEDAVİDE ALTERNATİF UYGULAMALAR

Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Klinik şefi Doç. Dr. Selçuk Çomoğlu, Parkinson hastalığı, tedavide yenilikler ve gelecekle ilgili beklentileri Sağlık Dergisi’ne anlattı.

Parkinson hastalığı nedir
Beyin sapının mezensefalon kısmında substanstia nigra adı verilen bölgede dopamin üreten sinir hücreleri bulunmaktadır. Çoğunlukla bilinmeyen nedenlerle bu hücrelerin fonksiyonlarının bozulması ile dopamin üretiminin azalması neticesinde Parkinson hastalığının ortaya çıktığını ifade eden Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Klinik Şefi Doç. Dr. Selçuk Çomoğlu, Dopamin eksikliğinin, hareketin hızı, koordinasyonu vb pek çok fonksiyonun bozulmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Asetilkolin, GABA, dopamin gibi nörotransmitterler arasında çok hassas bir denge olduğunu, dopamin düşüklüğünün kolinerjik ve GABAerjik yolaklarda kontrolsüz artışa yol açtığını söylemiştir”.

En sık görülen başlangıç belirtileri ve görülme yaşları
Parkinson hastalığının kendi içinde başlangıç yaşlarına göre gruplara ayrıldığını anlatan Çomoğlu şöyle devam etti: “Bu yaş grupları; 55-60 yaş üzerinde başlayan klasik ve en sık görülen formu, 45-55 yaş arasında erken başlangıçlı ve 20 yaş altında jüvenil başlangıçlı Parkinson olarak sınıflandırıldığını belirtti.
Hastalığın başlangıç semptomlarının değişebildiğini söyleyen Dr. Çomoğlu, özellikle istirahat sırasında ve ellerde hakim titreme, hareketlerde yavaşlama, ses kısıklığı, yazı karakterinde değişiklik, dakikadaki göz kırpma sayısında, jest ve mimiklerde azalma şeklinde belirtilerin yanısıra daha nadiren erken düşme atakları ile hastalığın başlayabileceğini bildirdi. Aşırı terleme, ağızda tükrük ve sekresyonlarda artış, bağırsak alışkanlıklarında değişim ve çoğunlukla kabızlığa eğilim, ciltte aşırı yağlanma gibi otonom sinir sistemine ait belirtilerin de hastalığın yandaş bulguları olarak görülebileceğini ifade etti”

Parkinson, ikincil bir hastalığı da içinde barındırıyor olabilir
Klasik Parkinson hastalığı dışında bu hastalık belirtilerinin görüldüğü iki ana grubun daha olduğunu, bunlar ikincil Parkinson hastalığı ve Parkinson Artı sendromları olarak sınıflandırıldığını belirterek, ikincil Parkinson Hastalığında dopaminerjik yolları etkileyen beyinde tümör, damarsal anomali, damar tıkanıklığı yada kanaması, çeşitli ilaçların (nöroleptikler, antihipertansiflerden bazıları, vb) yan etkileri, mikro (Boks sporu ile uğraşanlarda) ve makro kafa travmaları, karbonmonoksit yada mangan intoksikasyonu vb nedenlerle geliştiğini ve bunların klasik Parkinson Hastalığından ayırt edilebilmesi için de beyin MRI veya tomografi ile çeşitli kan incelemelerinin yapılması gerektiğini ifade etti. Üçüncü grup parkinson hastalığının ise Parkinson Artı Sendromları olduğunu ve parkinson belirtilerinin yanında piramidal, serebellar, beyin sapı yada kortikal etkilenmeler ile ayrıldığını ve klinik seyrin, tedavilere cevabın en kötü olan grubun bu olduğunu belirtti.

Tedavi Stratejileri
“Tedavi de ilaç ilk tercih edilendir” diyen Doç. Dr. Çomoğlu “Tedavinin ana prensibinin dopamin eksikliğini gideren, dopamin yıkımını engelleyen, dopamini parçalayan enzimlerin inaktive edilmesi esasına dayandığını dile getirirken, çoğunlukla tedavinin ana ilacı olan levo-dopanın geç dönemdeki yan etkileri tedavi planlanmasında ciddi zorluklar yarattığını, bu sebeple yeni ilaç araştırmaları ve tedavi yöntemlerinin sürekli denendiğini, maalesef halen kullanılan ilaçların hastalığın geri dönüşünü sağlamadığı, sadece hastalık semptomlarını baskıladığını” ifade etti.

En etkili yöntem derin beyin stimülasyonu
Son yıllarda titremenin ve ilaçlara bağlı yan etkilerin çok olduğu hasta grubunda cerrahi tedavilerden yararlanıldığını, bununla birlikte bu tedavi yönteminin uygulanacağı hastaların doğru seçilmesi gerektiğini dile getiren Doç. Dr. Çomoğlu “yapılacak cerrahi işlemlerin talamus, globus pallidus ve subtalamik nükleus lokalizasyonlarından herhangi birine yönelik düzeltilmesi planlanan semptom dikkate alınarak hedeflenip seçildiğini söyledi”. Bu konuda iki ana yaklaşım olduğunu bunlardan birinin yukarıda belirtilen alanlar üzerine cerrahi girişim yada yan etki profili çok düşük ancak yüksek maliyet ve pil ömrünün tükendiği 2-3 yıl sonunda yeniden aynı uygulama tekrarının getirdiği zorlukları olan derin beyin stimülasyon yöntemleridir. Her iki yöntemin artı ve eksileri bulunmaktadır.

Kök hücre çalışmaları, tedavi yaklaşımlarını değiştirecek
Parkinson hastalığının tedavisinde son yıllarda çok tartışılan fetal hücre transplantasyonu ve otolog adrenal medulla transplantasyonu uygulamalarının da yapılmakta olduğunu ifade eden Çomoğlu, bu yöntemlerin hala kanıtlanabilir yararları konusunda konsensus olmadığı, kök hücre çalışmalarının devam ettiğini ve önümüzdeki 10 yıl içerinde bu hastalıkla ilgili önemli gelişmeler beklentisini dile getiren Doç. Dr. Çomoğlu, fizyoterapi uygulanmasının da tedavi başarısında etkili olduğunu sözlerine ekleyerek, ilaç tedavileri ile paralel uygulanacak yürüyüş fizyoterapisi ile düşme, yürüme ve postür bozukluklarına katkısı oldukça önemlidir.

PARKİNSON HASTALIĞI ve TEDAVİDE ALTERNATİF UYGULAMALAR

Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Klinik şefi Doç. Dr. Selçuk Çomoğlu, Parkinson hastalığı, tedavide yenilikler ve gelecekle ilgili beklentileri Sağlık Dergisi’ne anlattı.

Parkinson hastalığı nedir
Beyin sapının mezensefalon kısmında substanstia nigra adı verilen bölgede dopamin üreten sinir hücreleri bulunmaktadır. Çoğunlukla bilinmeyen nedenlerle bu hücrelerin fonksiyonlarının bozulması ile dopamin üretiminin azalması neticesinde Parkinson hastalığının ortaya çıktığını ifade eden Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Klinik Şefi Doç. Dr. Selçuk Çomoğlu, Dopamin eksikliğinin, hareketin hızı, koordinasyonu vb pek çok fonksiyonun bozulmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Asetilkolin, GABA, dopamin gibi nörotransmitterler arasında çok hassas bir denge olduğunu, dopamin düşüklüğünün kolinerjik ve GABAerjik yolaklarda kontrolsüz artışa yol açtığını söylemiştir”.

En sık görülen başlangıç belirtileri ve görülme yaşları
Parkinson hastalığının kendi içinde başlangıç yaşlarına göre gruplara ayrıldığını anlatan Çomoğlu şöyle devam etti: “Bu yaş grupları; 55-60 yaş üzerinde başlayan klasik ve en sık görülen formu, 45-55 yaş arasında erken başlangıçlı ve 20 yaş altında jüvenil başlangıçlı Parkinson olarak sınıflandırıldığını belirtti.
Hastalığın başlangıç semptomlarının değişebildiğini söyleyen Dr. Çomoğlu, özellikle istirahat sırasında ve ellerde hakim titreme, hareketlerde yavaşlama, ses kısıklığı, yazı karakterinde değişiklik, dakikadaki göz kırpma sayısında, jest ve mimiklerde azalma şeklinde belirtilerin yanısıra daha nadiren erken düşme atakları ile hastalığın başlayabileceğini bildirdi. Aşırı terleme, ağızda tükrük ve sekresyonlarda artış, bağırsak alışkanlıklarında değişim ve çoğunlukla kabızlığa eğilim, ciltte aşırı yağlanma gibi otonom sinir sistemine ait belirtilerin de hastalığın yandaş bulguları olarak görülebileceğini ifade etti”

Parkinson, ikincil bir hastalığı da içinde barındırıyor olabilir
Klasik Parkinson hastalığı dışında bu hastalık belirtilerinin görüldüğü iki ana grubun daha olduğunu, bunlar ikincil Parkinson hastalığı ve Parkinson Artı sendromları olarak sınıflandırıldığını belirterek, ikincil Parkinson Hastalığında dopaminerjik yolları etkileyen beyinde tümör, damarsal anomali, damar tıkanıklığı yada kanaması, çeşitli ilaçların (nöroleptikler, antihipertansiflerden bazıları, vb) yan etkileri, mikro (Boks sporu ile uğraşanlarda) ve makro kafa travmaları, karbonmonoksit yada mangan intoksikasyonu vb nedenlerle geliştiğini ve bunların klasik Parkinson Hastalığından ayırt edilebilmesi için de beyin MRI veya tomografi ile çeşitli kan incelemelerinin yapılması gerektiğini ifade etti. Üçüncü grup parkinson hastalığının ise Parkinson Artı Sendromları olduğunu ve parkinson belirtilerinin yanında piramidal, serebellar, beyin sapı yada kortikal etkilenmeler ile ayrıldığını ve klinik seyrin, tedavilere cevabın en kötü olan grubun bu olduğunu belirtti.

Tedavi Stratejileri
“Tedavi de ilaç ilk tercih edilendir” diyen Doç. Dr. Çomoğlu “Tedavinin ana prensibinin dopamin eksikliğini gideren, dopamin yıkımını engelleyen, dopamini parçalayan enzimlerin inaktive edilmesi esasına dayandığını dile getirirken, çoğunlukla tedavinin ana ilacı olan levo-dopanın geç dönemdeki yan etkileri tedavi planlanmasında ciddi zorluklar yarattığını, bu sebeple yeni ilaç araştırmaları ve tedavi yöntemlerinin sürekli denendiğini, maalesef halen kullanılan ilaçların hastalığın geri dönüşünü sağlamadığı, sadece hastalık semptomlarını baskıladığını” ifade etti.

En etkili yöntem derin beyin stimülasyonu
Son yıllarda titremenin ve ilaçlara bağlı yan etkilerin çok olduğu hasta grubunda cerrahi tedavilerden yararlanıldığını, bununla birlikte bu tedavi yönteminin uygulanacağı hastaların doğru seçilmesi gerektiğini dile getiren Doç. Dr. Çomoğlu “yapılacak cerrahi işlemlerin talamus, globus pallidus ve subtalamik nükleus lokalizasyonlarından herhangi birine yönelik düzeltilmesi planlanan semptom dikkate alınarak hedeflenip seçildiğini söyledi”. Bu konuda iki ana yaklaşım olduğunu bunlardan birinin yukarıda belirtilen alanlar üzerine cerrahi girişim yada yan etki profili çok düşük ancak yüksek maliyet ve pil ömrünün tükendiği 2-3 yıl sonunda yeniden aynı uygulama tekrarının getirdiği zorlukları olan derin beyin stimülasyon yöntemleridir. Her iki yöntemin artı ve eksileri bulunmaktadır.

Kök hücre çalışmaları, tedavi yaklaşımlarını değiştirecek
Parkinson hastalığının tedavisinde son yıllarda çok tartışılan fetal hücre transplantasyonu ve otolog adrenal medulla transplantasyonu uygulamalarının da yapılmakta olduğunu ifade eden Çomoğlu, bu yöntemlerin hala kanıtlanabilir yararları konusunda konsensus olmadığı, kök hücre çalışmalarının devam ettiğini ve önümüzdeki 10 yıl içerinde bu hastalıkla ilgili önemli gelişmeler beklentisini dile getiren Doç. Dr. Çomoğlu, fizyoterapi uygulanmasının da tedavi başarısında etkili olduğunu sözlerine ekleyerek, ilaç tedavileri ile paralel uygulanacak yürüyüş fizyoterapisi ile düşme, yürüme ve postür bozukluklarına katkısı oldukça önemlidir.