EN KÖTÜ KÂBUSUMUZ: “TOPLUMSAL AFAZİ”

“Celbedilmiş Toplumsal Sözyitimi ”, çoktan teşhisi konmuş olan ve bilinçli olarak pek fazla bilinmese de, günlük yaşamımızı derinden etkileyen bir toplumsal hastalık. Bu konu ile ilgili bilim çevreleri tarafından “lisan beyni nasıl etkiliyor?” sorusunun yanıtı araştırılıyor.

Afazi( Konuşamama, Sözyitimi), insan beynini diğer canlılardan büyük oranda ayıran en önemli özelliklerden birisi olan “lisan” özelliğinin bozulması durumu.
Beyin kabuğunda bulunan, adına “lisan” dediğimiz bu karmaşık mekanizmayı yürüten bir takım merkezler olduğunu belirten Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan konu hakkında Sağlık Dergisi’ne şunları söyledi: “ Bu merkezler, görme ve işitme duyuları başta olmak üzere, duyusal yollardan algılanan verilerden yola çıkarak, kelimeleri algılama, anlamlarını kavrama, uygun anlamlı kelime dizileri üretme ve bunları konuşarak ifade etme şeklinde özetlenebilecek bir takım karmaşık süreçleri yönetir. Tam mekanizması halen açıklığa kavuşturulamamış bu karmaşık süreçler sayesinde, “konuşma” ve “anlama” dediğimiz işlemler gerçekleştirilir. Eğer bu beyin bölgelerinden bir ya da bir kaç tanesi yaralanma, damar tıkanması, beyin kanaması gibi çeşitli nedenlerle hasara uğrarsa, hasar gören bölgenin işlevine göre özel bir sözyitimi tablosu ortaya çıkar. Bu konu, tıbbi pratikte oldukça önemli olup, birçok farklı hastalık tipini içerir.
Celbedilmiş Toplumsal Sözyitimi ise, organik bir rahatsızlığa, yaralanmaya, hasara bağlı olmayan; organik açıdan tamamen sağlıklı beyinlerde de görülebilen ve nispeten yeni tanımlanmaya başlanan bir sözyitimi tipi. Bu tanım aslında sevgili Alev Alatlı hocaya aittir. Bu toplumsal “hastalık” günümüzde yaşadığımız bir çok kavramsal sorunun da temelini oluşturuyor.

Çince ve İngilizce konuşan insanların anadillerini dinlerken beyinlerindeki faaliyetleri gösteren fotoğraflar. Görüldüğü gibi, Çince konuşanlar dillerini anlamak için İngilizce konuşanlara göre daha büyük bir beyin alanı kullanıyorlar ve dolayısıyla iki lisanın birbirlerinden sadece yapı açısından değil, beyinde değerlendirme açısından önemli farkları olduğu ortaya çıkıyor. Bu fotoğraflardaki farklılıklar, farklı lisanlar konuşanların beynindeki işlevsel bağlantıların da farklı olduğunun bir işareti aslında…

“Anlamlarını Bilmediğimiz Kelimelerle Konuşuyoruz”
“Bilgi toplumu” olma yolunda hiç bir ciddi politika üretilemedi. Bir de buna, sürekli “asli hedef” gibi takdim edilen “yabancı lisanla eğitim” ve batı karşısındaki geri kalmışlık komplekslerini de ekleyelim. Nedenler muhtelif; fakat neticede, insanların birbirleriyle iletişimde kullandıkları en önemli araç olan lisanın temel elementleri olan kelimeler, anlamlarını yitirmeye başladılar. Anlamlarını bilmediğimiz kelimelerle konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi tanımlarımızla anlayabiliyoruz.
“Sonraki Nesiller, Sadece Kendilerine Dikte Edilene İnanacak”
Celbedilmiş Toplumsal Sözyitimi ve bundan kaynaklanan sorunlar, beynimizdeki anlamlandırma mekanizmasında ciddi bir bozulmaya işaret ediyor. Beyninizde herhangi bir terimin net bir tanımı bulunmuyorsa; veya sizin tanımınız, diğer beyinlerdekilerden ciddi farklılıklar gösteriyorsa, bu durumda afazi mağduru olmanız işten bile değil. Bu durumda sonraki nesiller, sadece kendilerine dikte edilene inanacakları, kendi düşüncelerini üretemeyecekleri ve hür düşünce diye bir kavramın artık anlaşılmaz bir “lüks” olacağı bir ortamda yetişmeye mahkum olabilirler. Zira lisanımız, dünyayı anlamlandırmakta kullandığımız en önemli araçtır ve kelimeler anlamını yitirdiğinde, yavaş yavaş her şeyin anlamı da silinmeye ve belirsizleşmeye başlayacaktır.

“İletişimin Anayasası” Hazırlanmalı

En önemli kalkan, belli ki bilgilenmektir. Ayrıntılı ve dinamik bir kavramlar sözlüğü hazırlanabilir. Böyle bir başvuru omurgası ise, bir nevi “iletişimin anayasası” gibi kullanılarak, ihtilafların ve afazinin önüne büyük oranda geçilebilir. Her konuda fikir beyan etmenin “ayıp” olduğunun sıklıkla hatırlanması ve bunun eğitiminin programlı bir şekilde yeni nesillere verilmesidir. Konuşan, konuştuğu konudaki konu ve konuyla ilgili birikimi hakkında bilgi sahibi olmalı, yani, kendinin farkında olmalıdır
“Lisan, Sol-Ön Tarafındaki Özel Bölgelerle Kontrol Edilir “
Dil, yahut lisan, bildiğimiz anlamıyla sadece insanoğluna has, çok özel bir iletişim biçimidir. Bilinen evrendeki en karmaşık biyolojik organizasyon olan beynimizde çok önemli miktarda bir alan, bu lisan işlevine ayrılmış durumdadır. Birçok insanda, özellikle beynin sol-ön tarafındaki özel bölgelerle kontrol edilen dil işlevi, insana has zihinsel özelliklerin belki de en önemlisi olarak nitelenebilir.

“Öğrenilen Lisana Göre Beyin Bölgeleri Şekillenir”

Bebekler beyinleri, etraflarında duydukları sesleri sınıflandırarak, ileriki yıllardaki konuşma yetenekleri için gerekli değişikliklerin oluşması ile meşguldür. Bu sayededir ki, 1 yaşını takip eden dönemlerde anlamlı sesler çıkarılmaya başlanır. İki yaşından sonra ise artık basit kelimelerle cümleler kurabilecek bir yetkinliğe erişir insanoğlu. Bunun ardından ise daha karmaşık cümleler gelir. İşte bu dönemler, çocukların adeta “boyundan büyük laflar ettiği” dönemler olarak bilinir. Tüm bunlar olurken, sadece bebeğin davranışları değildir değişen; bebeğin beyni de yapısal olarak büyük bir değişim gösterir. Öğrendiği lisana göre şekillenen lisan bölgelerinin yanı sıra, etrafındaki dünyayı algılama, değerlendirme, yorumlama gibi özellikleri de öğrendiği dille paralel olarak gelişmeye başlar.
Günümüzde insanların neden birbirlerini anlayamadığını; basit kavramların etrafında nasıl bu kadar kavgalar çıkarılabildiğini ve edebiyatta-sanatta ve diğer kültürel özelliklerde neden gittikçe köreldiğimizi anlamak istiyorsak, lisanın zihindeki yerini yeni veriler ışığında derinlemesine düşünmeliyiz. Ayrıca, dilimiz üzerinde oynanan oyunların ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini de yine bu bağlamda değerlendirme zamanı çoktan geldi. Bu mesele hayatî mertebede önemlidir, zira, lisanımız yoksa biz de yokuz”