DÜNYACA ÜNLÜ SALK ENSTİTÜSÜ’NDE MS ÜZERİNE ÇALIŞAN BİYOLOG BİLAL KERMAN

HAYATI KEŞFEDEN BİYOLOGLAR

 Johns Hopkins’in Biochemistry, Cellular and Molecular Biology (BCMB) programına katılan ve dünyaca ünlü Fred Gage’in Salk Enstitüsü’ndeki laboratuvarına post-doc olarak çalışan Biyolog Bilal Kerman, Multiple sclerosis çalışmalarını, Türkiye’de biyoloji deneylerini yapılacak vakıf kurma planlarını ve Amerika’da eğitim almak hakkında bilgiler verdi.


Amerika’da en başarılı meslekler arasında 5. sırada yer alan “biyolog”lar ülkemizde sürekli hak kaybına uğruyorlar. Bilimsel araştırmaları gündeme getirerek Türk biyologlarla bundan sonra her ay çalışmaları hakkında konuşacağız. Bu ay ilk olarak Salk Enstitüsünde Fred Gage’in yanında post-doc olarak çalışan Biyolog Bilal Kerman, Multiple sclerosis (MS) alanında yaptığı çalışmaları, ülkemizdeki biyologlarla ilgili görüşlerini ve hedeflerini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Ne üzerine çalışıyorsunuz?
In vitro yani canlı dışında miyelinasyon üzerine çalışıyorum. Miyelin, sinir hücrelerinin aksonlarını sararak onları elektriksel olarak izole edip sinirlerdeki iletim hızını arttıran ve de sinir hücrelerine destek veren bir yapı. Merkezi sinir sisteminde (yani beyin ve omurilikte) bu yapıyı oligodendrosit denilen hücreler oluşturuyorlar. Benim amacım embriyonik kök hücrelerini besin ortamında sinir hücrelerine ve oligodendrositlere dönüştürüp oligodendrositlerin bu miyelin adlı yapıyı oluşturmalarını sağlamak.
Hangi tip hastalıklarla ilgili?
Miyelinde oluşan sorunların neden olduğu hastalıklar arasında halk arasında en çok bilineni muhtemelen Multiple sclerosis (MS)’tir. MS dışında birçok leukodistrofi myelinin ya bastan itibaren sorunlu oluşması, oluşmaması veya sonradan kalitesini kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. Bunlara örnek olarak adrenomyeloneuropathy, Krabbe hastalığı, Pelizaeus-Merzbacher hastalığı verilebilir.
Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
MS’li bir hasta merkezi sinir sisteminde etkilenen bölgeye göre çok farklı belirtiler gösterir. Mesela duyu azalması, üyelerin uyuşması veya yanma, kas zayıflaması, konuşma sorunları, denge bozuklukları, görme bozuklukları bunlar arasında sayılabilir.
 
Bu hastalığın dünyada ve Türkiye’de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistikî bilgileri paylaşabilir misiniz?
MS dünyada coğrafi bölgeye göre değişiklik sıklıklarda gözlenir bu sayı her 100 bin kişide 2’den 150’ye kadar değişir. Türkiye’de doğrudan bir çalışma ne yazık ki yapılmamıştır ama sıklığın 100 binde 40 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
1979 Edirne doğumluyum. Orta düzey bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Annem ve babam okumayı, araştırmayı çok seven insanlardır. Kardeşimle benim sorularımızı hiç bir zaman boşlamadılar ve ellerinden geldiğince yanıtlamaya çalıştılar. Ayrıca bizi de her zaman soru sormaya ve kendi kararlarımızı verebilmeye yönelttiler. Bilimi seçmemde bunların etkisi kesinlikle çok büyük. Su anda San Diego, California’da yaşıyorum. 2001’den beri ABD’deyim. Buradan önce Baltimore, Maryland’deydim.
Türkiye’de biyoloji deneylerini ve umarım deney yapmanın heyecanını gençlere götürecek bir vakıf kurma planım var. ABD’de hız kazanan biohack komünitesinden etkilenen ve aynı zamanda taşınabilir bir laboratuvar içeren bir fikir üzerine odaklanıyorum. Şu anda gerekli maddi kaynaklar elimde yok ama ihtiyacım olan bilgileri ve örnek modelleri topluyorum.
2011’in Eylül’üne kadar Türkiye’ye geri dönüp dönmemek konusunda kararsızdım. 4 Eylül’de kardeşim Cem Kerman ve esi Dilay Kerman Tunceli’de şehit edildiler. Bu da benim bakış açımı önemli şekilde değiştirdi. Türkiye’ye dönmeye karar verdim.
Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz? Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
İlkokul ve ortaokulu Edirne’de okudum. Edirne Anadolu Lise’sinde öğrendiğim İngilizcenin bana çok faydası oldu. Üniversitede rahatça İngilizce romanlar okuyabiliyorsam ABD’ye geldiğimde insanlarla anlaşabilmişsem bunun temelleri burada atıldı. Orta kısımda oradan ayrılıp İzmir Fen Lisesi’ne geçtim. Türkiye’nin en zeki insanlarıyla okumak gayet zevkliydi. Öğretmenlerimiz de, ki o zamanlar atamayla değil sınavla seçilerek geliyorlardı konularında gayet bilgili kişilerdi. Bizi heyecanlandırarak, sınırlarımızı zorlayarak, ve imkanlar sunarak ilerlememize çok büyük katkıları oldu. Ayrıca tüm okulun yatılı olduğunu da düşünürseniz çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. IFL’nin önemli katkılarından biri de öğrencilerini proje yarışmalarına ve bilim olimpiyatlarına girmeye teşvik etmesi oldu. Ben de ilk senemde bilgisayar olimpiyatlarına girdim. Sonra matematiği çok sevmediğimi fark ederek ikinci senemde biyoloji olimpiyatlarına geçtim. Birçok elemeden sonra uluslararası olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil eden 4 kişilik takıma seçildim ve bronz madalya kazandım. Yani diyebilirsiniz ki biyoloji sevgim ve önemli temellerim IFL’deyken atıldı.
Üniversiteyi Bilkent MBG’de burslu olarak okudum. Hem yerli hem de yabancı öğretmenlerimiz sayesinde Bilkent’te aldığım biyoloji eğitiminin gerçekten birinci sınıf olduğunu da eklemek isterim. Doktoraya gitmek için girdiğim sınavlarda aldığım puanlar ve de doktora sırasında aldığım derslerde gözlemlediklerim bunu kesinleştiriyor. Ayrıca Bilkent’in başka önemli bir faydası da bizi yurtdışına gidebileceğimize inandırmış olmasıdır. Bunda prof’lar kadar bizden önce gelen öğrencilerin de faydası çok. Dolayısıyla ben de aldığım bu cesaretle 3. sınıfın yazında Johns Hopkins’te Deborah Andrew’in laboratuvarında yaz staji yapmak için kabul aldım. Bu staj sayesinde doktora için de dünyada ilk onda olan Johns Hopkins’in Biochemistry, Cellular and Molecular Biology (BCMB) programına kabul aldım. Bu programın güzel yanlarından biri ilk iki senemizin NIH’ten gelen bir grant ile kapsanmış olması. Böylece finans acısından kafam rahat bir şekilde doktoraya başladım.
Doktora’da yine Dr. Andrew’in yanında çalıştım. Projem embryonik gelişim ve organlaşma üzerineydi. Drosophila embriyolarının tübüler organlarından olan tükrük bezi ve trakesinin gelişimini çalıştım. Bu konteks içinde hem programlanmış hücre ölümünü hem de başka bir öğrenciyle ortak olarak organlaşma sırasındaki hücre hareketlerinin mekanik etkilerini çalıştım. Bu sırada geliştirmiş olduğum mikroskop kullanımı ve de canlı mikroskobu yapma teknikleri nöroloji konusunda dünyaca ünlü Fred Gage’in Salk Enstitüsü’ndeki laboratuvarına post-doc olarak kabul edilmemi sağladı. Dr. Gage yetişkin memelilerin beyninde hipokampüste hala kök hücreler olduğunu ve de yeni nöronların yapıldığını gösteren ilk kişilerden biri. Laboratuvarda yetişkin ve embriyonik kök hücreleri yanında induklenmis pluripotent hücreler ile de birçok çalışma yapılıyor.
 
Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve ABD’deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Moleküler biyoloji benim içinde bulunduğum 10 yıl içinde Türkiye’de bayağı ilerledi. Bunda Bilkent’in MBG bölümünü açmasıyla devlet üniversitelerinin de bu konuya verdikleri önemin artmış olmasının rolü bence büyük. Günümüzde hem TÜBİTAK hem de Avrupa Birliği’nden alınan fonlar sayesinde Türkiye’de değerli araştırmalar yapılıyor. Bu çerçevede Türkiye’de veya ABD’de beraber eğitim aldığım veya bizden çok daha tecrübeli araştırmacıların Türkiye’ye geri döndüklerini görüyorum. Açıkçası bu beni sevindiriyor.
Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, araştırma ve sağlık hizmetleri konuları açısından Türkiye’deki kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Eğitim açısından bence Türkiye’de aldığım eğitim en az ABD’dekiler kadar iyi hatta bazı konularda daha iyi. İş araştırmaya gelince durum değişiyor. Biyoloji çok para gerektiren bir dal. Bu sadece ilk kurulum aşamasında malzemelerin pahalı olmasından değil ama araştırma sırasında sürekli olarak besi ortamından tutun kullanıp atılan aletlere kadar sürekli bir yatırım gerektiriyor. Türkiye’de ayrılan bütçe bu açıdan biraz küçük kalıyor. Ayrıca özellikle son zamanlarda çıkan bazı kanunlar araştırma için getirilmesi gereken malzemeleri etkiliyor. Bu ve malzemelerin Avrupa veya ABD’deki depolardan geliyor olması burada 2-3 gün içinde elimize gecen malzemelerin Türkiye’de laboratuvarlara ulaşmasının haftalar almasına hatta bazen bozulmadan ulaşamamasına neden oluyor. Böyle olunca yapılan araştırmalar belirli konularla sınırlı olmak zorunda kaldığı gibi olması gereken hızda ilerleyemeyebiliyor. Yine de dediğim gibi gayet zeki ve bilgili araştırmacılarımız var ve bir çözüm bularak başarılı araştırmalar yapıyorlar. Mesela 2011 Society for Neuroscience toplantısında Türkiye’de yapılmış ilgi çekici ve başarılı birçok çalışma gördüm.
Türkiye’de halen eğitim almakta olan biyoloji öğrencilerine ya da biyologlara neler önerirsiniz?
Amaçlarını belirlesinler ve ona göre bir yol çizsinler. Eğer akademisyen olacaklarsa İngilizceyi çok düzgün bir şekilde anlar hale gelmeleri gerekli. Yapılan önemli yayınların hemen hemen hepsi sadece İngilizce yayınlanıyor. Ayrıca araştırma yapmayı düşünüyorlarsa boşa zaman harcamasınlar. Daha lisanstayım demek yanlış. Eğer bu konuda ciddiyseler profesörlerin peşinden koşsunlar, yazın staj imkanlarını araştırsınlar ve olabildiğince tecrübe kazansınlar. Akademinin para birimi tanınmışlık ve referanslardır.
Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Klasik bir cevap olacak ama Science, Nature ve Cell. Kök hücre ve sinir bilimi konusunda çok fazla makale çıktığından tek tek dergilere bakmak yerine Pubmed üzerinden anahtar kelimelerle yeni çıkan makalelere bakıyorum.
Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Pubmed, Wikipedia (bir konuda araştırmaya başlamak için güzel bir kaynak), StemBook (http://www.stembook.org/)
Alanınızda araştırma yapanlara mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri?
Biyolojiyi bastan sona görmek ve büyük bir resim oluşturmak için Alberts’in The Cell. Sinir bilimi hakkında alt yapıyı oluşturmak için de Bear’in Neuroscience: Exploring the Brain.
Bilim ile uğraşan veya ilgilenen herkese mutlaka okumalarını tavsiye ettiğin bir kitaplar hangileri? Ayrıca yaptığınız spor, tavsiye edeceğiniz film, müzik nelerdir? Bulunduğunuz kurumun size sunduğu sosyal etkinlikler nelerdir?
M. Gladwell’in Outliers kitabını çalışmadan, yaptığımız işe gönül vermeden bir yere gelinmeyeceğini görmek için okumak gerekli. Darwin’in Türlerin Kökeni nerden geldiğimizi ve gözlemin gücünü görmek için okunmalı. Bir de eskiden Evrenin Kısa Tarihi’ni okumuştum, günümüzde çevremizde gördüğümüz her şeyin yapısını ve nerden geldiğini açıklayan başka birçok kitap var. Bunlardan yeni basım olanlarından birini de okumak gerekli. Böylece hem içinde bulunduğumuz evrenin yapısını hem de onun içinde canlıların nasıl günümüzdeki konuma geldiklerini görebiliriz. Bunların üzerine T. Flannery’nin The Weather Makers kitabını okuyarak bu canlılara ve dünyaya verdiğimiz zararın farkına varılabilir. Sonuçta bilim adamları meslekleri gereği sorgulayan kişiler ve çevrelerine doğruyu yayabilecek kişiler.
TV’de bilimle ilgili esprileri güzel yansıttıkları için Big Bang Theory’yi tavsiye ederim
Son zamanlarda en çok koşuyorum ve crossfit yapıyorum. Koşarken doğala en yakın olması açısından 5-parmaklı ayakkabıları tercih ediyorum. Kesinlikle tavsiye ederim çünkü yüz binlerce yıllık evrimimize en uygun sekil bu. Aslında sürekli birçok değişik spor ile ilgilendim mesela Amerikan Futbolu, İrlandalıların rugby’ye benzeyen ama daha az şiddet içeren futbolu, dalgıçlık gibi. Bir de vücudun dengesini korumak ve esneklik kazanması için arada yoga yapıyorum.
 
ABD’deki ünlü araştırma merkezlerine eğitim amaçlı olarak girebilmek mümkün müdür?
Tabi ki mümkün. Bunu yapmak için aktif olmak gerekli. Yani mesela yazları çalışmak için başvurarak, konferanslarda çekinmeden gidip konuşarak kendini tanıtıp yaptığın işin kalitesini göstermek gerekli. Kabul alınmamasının nedeni kesinlikle daha az başarılı olmak değil bu başarının bilinmiyor olmasından. Mesela ben yazın stajımı orada yapmamış olsaydım Johns Hopkins’ten kabul alma ihtimalim daha düşük olurdu.
Bize araştırma ekibinizin bir rutin gününü anlatabilir misiniz?
Bana bazı konularda yardım eden başka bir post-doc ile paylaştığım bir teknisyen var. İkimizin gününü anlatayım. Genel olarak sabah ilk iş hücreleri kontrol etmek oluyor. Hem gece boyunca bir sorun olup olmadığına bakıyoruz hem de yapılması gerekenleri belirliyoruz. Ondan sonra görev paylaşımı yapıp işlere başlıyoruz. Rutin işler arasında hücrelerin besi ortamlarının değiştirilmesi, sonuç değerlendirmesi için fiks edilip işaretlenmeleri, bunların mikroskop altında incelenmeleri sayılabilir. Sonrası sonuçların incelenmesi ve de yeni deneylerin planlanması ile geçiyor. Onun dışında haftanın ortalama olarak 2 veya 3 gününde 1 saat civarında suren toplantılara katılıyorum. Bunlarda projeler ile ilgili tartışmalar yapılıyor. Kalan zamanlarda yeni çıkan yayınları takip ediyorum ve de ilginç gelen seminerlere gidiyorum.

DÜNYACA ÜNLÜ SALK ENSTİTÜSÜ’NDE MS ÜZERİNE ÇALIŞAN BİYOLOG BİLAL KERMAN

HAYATI KEŞFEDEN BİYOLOGLAR

 Johns Hopkins’in Biochemistry, Cellular and Molecular Biology (BCMB) programına katılan ve dünyaca ünlü Fred Gage’in Salk Enstitüsü’ndeki laboratuvarına post-doc olarak çalışan Biyolog Bilal Kerman, Multiple sclerosis çalışmalarını, Türkiye’de biyoloji deneylerini yapılacak vakıf kurma planlarını ve Amerika’da eğitim almak hakkında bilgiler verdi.


Amerika’da en başarılı meslekler arasında 5. sırada yer alan “biyolog”lar ülkemizde sürekli hak kaybına uğruyorlar. Bilimsel araştırmaları gündeme getirerek Türk biyologlarla bundan sonra her ay çalışmaları hakkında konuşacağız. Bu ay ilk olarak Salk Enstitüsünde Fred Gage’in yanında post-doc olarak çalışan Biyolog Bilal Kerman, Multiple sclerosis (MS) alanında yaptığı çalışmaları, ülkemizdeki biyologlarla ilgili görüşlerini ve hedeflerini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Ne üzerine çalışıyorsunuz?
In vitro yani canlı dışında miyelinasyon üzerine çalışıyorum. Miyelin, sinir hücrelerinin aksonlarını sararak onları elektriksel olarak izole edip sinirlerdeki iletim hızını arttıran ve de sinir hücrelerine destek veren bir yapı. Merkezi sinir sisteminde (yani beyin ve omurilikte) bu yapıyı oligodendrosit denilen hücreler oluşturuyorlar. Benim amacım embriyonik kök hücrelerini besin ortamında sinir hücrelerine ve oligodendrositlere dönüştürüp oligodendrositlerin bu miyelin adlı yapıyı oluşturmalarını sağlamak.
Hangi tip hastalıklarla ilgili?
Miyelinde oluşan sorunların neden olduğu hastalıklar arasında halk arasında en çok bilineni muhtemelen Multiple sclerosis (MS)’tir. MS dışında birçok leukodistrofi myelinin ya bastan itibaren sorunlu oluşması, oluşmaması veya sonradan kalitesini kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. Bunlara örnek olarak adrenomyeloneuropathy, Krabbe hastalığı, Pelizaeus-Merzbacher hastalığı verilebilir.
Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
MS’li bir hasta merkezi sinir sisteminde etkilenen bölgeye göre çok farklı belirtiler gösterir. Mesela duyu azalması, üyelerin uyuşması veya yanma, kas zayıflaması, konuşma sorunları, denge bozuklukları, görme bozuklukları bunlar arasında sayılabilir.
 
Bu hastalığın dünyada ve Türkiye’de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistikî bilgileri paylaşabilir misiniz?
MS dünyada coğrafi bölgeye göre değişiklik sıklıklarda gözlenir bu sayı her 100 bin kişide 2’den 150’ye kadar değişir. Türkiye’de doğrudan bir çalışma ne yazık ki yapılmamıştır ama sıklığın 100 binde 40 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
1979 Edirne doğumluyum. Orta düzey bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Annem ve babam okumayı, araştırmayı çok seven insanlardır. Kardeşimle benim sorularımızı hiç bir zaman boşlamadılar ve ellerinden geldiğince yanıtlamaya çalıştılar. Ayrıca bizi de her zaman soru sormaya ve kendi kararlarımızı verebilmeye yönelttiler. Bilimi seçmemde bunların etkisi kesinlikle çok büyük. Su anda San Diego, California’da yaşıyorum. 2001’den beri ABD’deyim. Buradan önce Baltimore, Maryland’deydim.
Türkiye’de biyoloji deneylerini ve umarım deney yapmanın heyecanını gençlere götürecek bir vakıf kurma planım var. ABD’de hız kazanan biohack komünitesinden etkilenen ve aynı zamanda taşınabilir bir laboratuvar içeren bir fikir üzerine odaklanıyorum. Şu anda gerekli maddi kaynaklar elimde yok ama ihtiyacım olan bilgileri ve örnek modelleri topluyorum.
2011’in Eylül’üne kadar Türkiye’ye geri dönüp dönmemek konusunda kararsızdım. 4 Eylül’de kardeşim Cem Kerman ve esi Dilay Kerman Tunceli’de şehit edildiler. Bu da benim bakış açımı önemli şekilde değiştirdi. Türkiye’ye dönmeye karar verdim.
Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz? Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
İlkokul ve ortaokulu Edirne’de okudum. Edirne Anadolu Lise’sinde öğrendiğim İngilizcenin bana çok faydası oldu. Üniversitede rahatça İngilizce romanlar okuyabiliyorsam ABD’ye geldiğimde insanlarla anlaşabilmişsem bunun temelleri burada atıldı. Orta kısımda oradan ayrılıp İzmir Fen Lisesi’ne geçtim. Türkiye’nin en zeki insanlarıyla okumak gayet zevkliydi. Öğretmenlerimiz de, ki o zamanlar atamayla değil sınavla seçilerek geliyorlardı konularında gayet bilgili kişilerdi. Bizi heyecanlandırarak, sınırlarımızı zorlayarak, ve imkanlar sunarak ilerlememize çok büyük katkıları oldu. Ayrıca tüm okulun yatılı olduğunu da düşünürseniz çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. IFL’nin önemli katkılarından biri de öğrencilerini proje yarışmalarına ve bilim olimpiyatlarına girmeye teşvik etmesi oldu. Ben de ilk senemde bilgisayar olimpiyatlarına girdim. Sonra matematiği çok sevmediğimi fark ederek ikinci senemde biyoloji olimpiyatlarına geçtim. Birçok elemeden sonra uluslararası olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil eden 4 kişilik takıma seçildim ve bronz madalya kazandım. Yani diyebilirsiniz ki biyoloji sevgim ve önemli temellerim IFL’deyken atıldı.
Üniversiteyi Bilkent MBG’de burslu olarak okudum. Hem yerli hem de yabancı öğretmenlerimiz sayesinde Bilkent’te aldığım biyoloji eğitiminin gerçekten birinci sınıf olduğunu da eklemek isterim. Doktoraya gitmek için girdiğim sınavlarda aldığım puanlar ve de doktora sırasında aldığım derslerde gözlemlediklerim bunu kesinleştiriyor. Ayrıca Bilkent’in başka önemli bir faydası da bizi yurtdışına gidebileceğimize inandırmış olmasıdır. Bunda prof’lar kadar bizden önce gelen öğrencilerin de faydası çok. Dolayısıyla ben de aldığım bu cesaretle 3. sınıfın yazında Johns Hopkins’te Deborah Andrew’in laboratuvarında yaz staji yapmak için kabul aldım. Bu staj sayesinde doktora için de dünyada ilk onda olan Johns Hopkins’in Biochemistry, Cellular and Molecular Biology (BCMB) programına kabul aldım. Bu programın güzel yanlarından biri ilk iki senemizin NIH’ten gelen bir grant ile kapsanmış olması. Böylece finans acısından kafam rahat bir şekilde doktoraya başladım.
Doktora’da yine Dr. Andrew’in yanında çalıştım. Projem embryonik gelişim ve organlaşma üzerineydi. Drosophila embriyolarının tübüler organlarından olan tükrük bezi ve trakesinin gelişimini çalıştım. Bu konteks içinde hem programlanmış hücre ölümünü hem de başka bir öğrenciyle ortak olarak organlaşma sırasındaki hücre hareketlerinin mekanik etkilerini çalıştım. Bu sırada geliştirmiş olduğum mikroskop kullanımı ve de canlı mikroskobu yapma teknikleri nöroloji konusunda dünyaca ünlü Fred Gage’in Salk Enstitüsü’ndeki laboratuvarına post-doc olarak kabul edilmemi sağladı. Dr. Gage yetişkin memelilerin beyninde hipokampüste hala kök hücreler olduğunu ve de yeni nöronların yapıldığını gösteren ilk kişilerden biri. Laboratuvarda yetişkin ve embriyonik kök hücreleri yanında induklenmis pluripotent hücreler ile de birçok çalışma yapılıyor.
 
Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve ABD’deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Moleküler biyoloji benim içinde bulunduğum 10 yıl içinde Türkiye’de bayağı ilerledi. Bunda Bilkent’in MBG bölümünü açmasıyla devlet üniversitelerinin de bu konuya verdikleri önemin artmış olmasının rolü bence büyük. Günümüzde hem TÜBİTAK hem de Avrupa Birliği’nden alınan fonlar sayesinde Türkiye’de değerli araştırmalar yapılıyor. Bu çerçevede Türkiye’de veya ABD’de beraber eğitim aldığım veya bizden çok daha tecrübeli araştırmacıların Türkiye’ye geri döndüklerini görüyorum. Açıkçası bu beni sevindiriyor.
Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, araştırma ve sağlık hizmetleri konuları açısından Türkiye’deki kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Eğitim açısından bence Türkiye’de aldığım eğitim en az ABD’dekiler kadar iyi hatta bazı konularda daha iyi. İş araştırmaya gelince durum değişiyor. Biyoloji çok para gerektiren bir dal. Bu sadece ilk kurulum aşamasında malzemelerin pahalı olmasından değil ama araştırma sırasında sürekli olarak besi ortamından tutun kullanıp atılan aletlere kadar sürekli bir yatırım gerektiriyor. Türkiye’de ayrılan bütçe bu açıdan biraz küçük kalıyor. Ayrıca özellikle son zamanlarda çıkan bazı kanunlar araştırma için getirilmesi gereken malzemeleri etkiliyor. Bu ve malzemelerin Avrupa veya ABD’deki depolardan geliyor olması burada 2-3 gün içinde elimize gecen malzemelerin Türkiye’de laboratuvarlara ulaşmasının haftalar almasına hatta bazen bozulmadan ulaşamamasına neden oluyor. Böyle olunca yapılan araştırmalar belirli konularla sınırlı olmak zorunda kaldığı gibi olması gereken hızda ilerleyemeyebiliyor. Yine de dediğim gibi gayet zeki ve bilgili araştırmacılarımız var ve bir çözüm bularak başarılı araştırmalar yapıyorlar. Mesela 2011 Society for Neuroscience toplantısında Türkiye’de yapılmış ilgi çekici ve başarılı birçok çalışma gördüm.
Türkiye’de halen eğitim almakta olan biyoloji öğrencilerine ya da biyologlara neler önerirsiniz?
Amaçlarını belirlesinler ve ona göre bir yol çizsinler. Eğer akademisyen olacaklarsa İngilizceyi çok düzgün bir şekilde anlar hale gelmeleri gerekli. Yapılan önemli yayınların hemen hemen hepsi sadece İngilizce yayınlanıyor. Ayrıca araştırma yapmayı düşünüyorlarsa boşa zaman harcamasınlar. Daha lisanstayım demek yanlış. Eğer bu konuda ciddiyseler profesörlerin peşinden koşsunlar, yazın staj imkanlarını araştırsınlar ve olabildiğince tecrübe kazansınlar. Akademinin para birimi tanınmışlık ve referanslardır.
Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Klasik bir cevap olacak ama Science, Nature ve Cell. Kök hücre ve sinir bilimi konusunda çok fazla makale çıktığından tek tek dergilere bakmak yerine Pubmed üzerinden anahtar kelimelerle yeni çıkan makalelere bakıyorum.
Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Pubmed, Wikipedia (bir konuda araştırmaya başlamak için güzel bir kaynak), StemBook (http://www.stembook.org/)
Alanınızda araştırma yapanlara mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri?
Biyolojiyi bastan sona görmek ve büyük bir resim oluşturmak için Alberts’in The Cell. Sinir bilimi hakkında alt yapıyı oluşturmak için de Bear’in Neuroscience: Exploring the Brain.
Bilim ile uğraşan veya ilgilenen herkese mutlaka okumalarını tavsiye ettiğin bir kitaplar hangileri? Ayrıca yaptığınız spor, tavsiye edeceğiniz film, müzik nelerdir? Bulunduğunuz kurumun size sunduğu sosyal etkinlikler nelerdir?
M. Gladwell’in Outliers kitabını çalışmadan, yaptığımız işe gönül vermeden bir yere gelinmeyeceğini görmek için okumak gerekli. Darwin’in Türlerin Kökeni nerden geldiğimizi ve gözlemin gücünü görmek için okunmalı. Bir de eskiden Evrenin Kısa Tarihi’ni okumuştum, günümüzde çevremizde gördüğümüz her şeyin yapısını ve nerden geldiğini açıklayan başka birçok kitap var. Bunlardan yeni basım olanlarından birini de okumak gerekli. Böylece hem içinde bulunduğumuz evrenin yapısını hem de onun içinde canlıların nasıl günümüzdeki konuma geldiklerini görebiliriz. Bunların üzerine T. Flannery’nin The Weather Makers kitabını okuyarak bu canlılara ve dünyaya verdiğimiz zararın farkına varılabilir. Sonuçta bilim adamları meslekleri gereği sorgulayan kişiler ve çevrelerine doğruyu yayabilecek kişiler.
TV’de bilimle ilgili esprileri güzel yansıttıkları için Big Bang Theory’yi tavsiye ederim
Son zamanlarda en çok koşuyorum ve crossfit yapıyorum. Koşarken doğala en yakın olması açısından 5-parmaklı ayakkabıları tercih ediyorum. Kesinlikle tavsiye ederim çünkü yüz binlerce yıllık evrimimize en uygun sekil bu. Aslında sürekli birçok değişik spor ile ilgilendim mesela Amerikan Futbolu, İrlandalıların rugby’ye benzeyen ama daha az şiddet içeren futbolu, dalgıçlık gibi. Bir de vücudun dengesini korumak ve esneklik kazanması için arada yoga yapıyorum.
 
ABD’deki ünlü araştırma merkezlerine eğitim amaçlı olarak girebilmek mümkün müdür?
Tabi ki mümkün. Bunu yapmak için aktif olmak gerekli. Yani mesela yazları çalışmak için başvurarak, konferanslarda çekinmeden gidip konuşarak kendini tanıtıp yaptığın işin kalitesini göstermek gerekli. Kabul alınmamasının nedeni kesinlikle daha az başarılı olmak değil bu başarının bilinmiyor olmasından. Mesela ben yazın stajımı orada yapmamış olsaydım Johns Hopkins’ten kabul alma ihtimalim daha düşük olurdu.
Bize araştırma ekibinizin bir rutin gününü anlatabilir misiniz?
Bana bazı konularda yardım eden başka bir post-doc ile paylaştığım bir teknisyen var. İkimizin gününü anlatayım. Genel olarak sabah ilk iş hücreleri kontrol etmek oluyor. Hem gece boyunca bir sorun olup olmadığına bakıyoruz hem de yapılması gerekenleri belirliyoruz. Ondan sonra görev paylaşımı yapıp işlere başlıyoruz. Rutin işler arasında hücrelerin besi ortamlarının değiştirilmesi, sonuç değerlendirmesi için fiks edilip işaretlenmeleri, bunların mikroskop altında incelenmeleri sayılabilir. Sonrası sonuçların incelenmesi ve de yeni deneylerin planlanması ile geçiyor. Onun dışında haftanın ortalama olarak 2 veya 3 gününde 1 saat civarında suren toplantılara katılıyorum. Bunlarda projeler ile ilgili tartışmalar yapılıyor. Kalan zamanlarda yeni çıkan yayınları takip ediyorum ve de ilginç gelen seminerlere gidiyorum.